KIYÂMET YALNIZLIĞI

"Sûret-i Hakk'tan görünmek" tabiri, münafıklığı tasvir içindir.

KIYÂMET YALNIZLIĞI
"Sûret-i Hakk'tan görünmek" tabiri, münafıklığı tasvir içindir.
Hakk'ta veyâ haklı olmadığı halde, öyleymiş gibi görünmekteki hîleye işaret eder.
Hakk'ta olmak, "hüviyet sahibi olmayı" gerektirir.
Hüviyet ise, "HÜ/HÛ" kökünden yapılmış bir kelmedir. "O olmaklık"tır! Öyleymiş gibi, mış gibi yapmak değil; ahlakında durmak!..
Ahlak da "fıtratındaki mahiyet"in adı!
Zâten "mâhiyet" de O olmaklıkla ilgili bir kelime ve gene HÛ kökünden türetilmiş...
Yâni özündeki "Nefha-i İlâhî”nin arınması, kendi niteliğinin icabınca davranması...
Arınma, anlamadan gerçekleşmez.
Anlama, bir varlık perspektifine bağlı.
Varlığa anlamlandırarak bakabilmek ise onun kökeninde ne gördüğünüze...
*
Sosyal bir varlığız, vâkıâ bu.
Hayat yükünün tek tek fertlerce kaldırılması imkanı yok.
Ailesiyle, hısım akrabasıyla, inanç ortaklıkları, kültürel yakınlık ve alışkanlıklarıyla insanlar birbirlerinin ihtiyaçlarına cevap vererek halihazır medeniyet seviyesine ulaşabildiler.
Ancak, birlikteliklerimiz, bizim, “kendimiz olma” konusunda derin aldanışlara düşmemizin de sebebi.
Aldanışlarımızın en önemlileri, insanlaşmanın temel şartı olan “anlama” yeteneğimizin bir "ruhsal halvet" halinde teşekkül edişi, duygularımızın tamamen “yalnızlığımızda açan çiçekler” olarak zuhuru, inançlarımızın da gene tamamen bir “iç duyuş” niteliğiyle anlam kazanmalarını ıskalayışımızdır…
Geriye ne kaldı?
...
Düşünce yalnızken, duygu yalnızlığımızda, inanç tamamen bir halvet durumunda söz konusu olabiliyor…
*
Evet!? Geriye ne kaldı?
Geriye, bunların birbirimize aktarılması, paylaşılması, bir ortaklık tesisiyle güç birliği elde etme yanı kaldı.
Ancak eğer sizin duygu, düşünce ve inanmalarınız yoksa veya cılızsa, zayıfsa; bu değerleri kim üretmişse, kim daha güçlüyse, ihatalıysa onun gölgesi sizin üzerinize düşüyor. “Anlayan, duyan ve inananlar” asıl özneler olarak kitleleri sevk ve idare etmeye başlıyorlar.
Eşyanın tabiatı bu!
Hayvanlar aleminde bile sürübaşı baskın hayvanlar içgüdü, fizik güç ve öngörüce diğerlerine üstün olanlar… İnsanlar tabiatın bu ilkesinde istisna değiller. Duyan, düşünen, anlayan ve inancını kuranlar, yaratıcı ve orijinal kişilikleriyle toplumsal önderliği otomatikman elde ediyorlar…
Geriye kalanlar?
Onlara da o “örnek prototip”lerin "taklidi" kalıyor.
Taklitte kaldığınız, kişilksizliğe razı olduğunuz sürece, elde edilecek güç birliklerinin değeri nedir?
*
İlk anda, uyanışa kadar taklidi mazur görmeye mecburuz. Çocuksu akılların anlama aşamasına kadar, içlerindeki “bencil vahşet”le davranmalarındansa, taklit edilecek kıvamlı örnekleri izlemeleri herkesin çıkarına.
Ama “reşid olmak” diye bir şey var arkadaş!
Reşâdet, “aklın kişiliğini inşa etmesi”nin, sorumlu tutulabilecek bir kişilik kazanışının adı.
Kişilikler istidatlara, genetiğe, taleplere, ideallere… bağlı olarak her bir insanda ayrı ayrı oluşmak zorunda. İnanma ve anlama temelli olarak her bir ferdin kendi kişiliğini kurması bir mecburiyet!
Kişilik, taklitteyken olamaz.
Standart kimliklere esaret mutlakken de kurulamaz. Birilerine vekalet verilerek de kurulamaz…
Vekaleten anlama yok! İnanma, duyma, iman, ahlak… da!..
"Haric"e hak ettiğinden fazla değer veriyoruz.
Bunu her birimiz kendimiz yapacağız. Yalnızlığımızdayken …
...
Yalnızlığımız ise, O olmaklığımızda duruş demlerimiz...
Mahşer kalabalıklarıyla çevrili de olsak, yalnızlığımızı unutmamak...
Gelirkenki gibi, giderkenki gibi... Yalın, yalnız...
Fotoğraf açıklaması yok.