İSTANBUL’UN FETHİNİ GÜNCELİN IŞIĞINDA YENİDEN OKUMAK

“Fatih Sultan Mehmet “ unvanıyla dünya Türklüğünün ve Müslümanlığının medar-ı iftiharı oldu.

İSTANBUL’UN FETHİNİ GÜNCELİN IŞIĞINDA YENİDEN OKUMAK

Osmanlı Türk sultanı II. Mehmet, 2 Nisan 1453 pazartesi günü 80.000 yiğit Türk askeriyle Konstantinopolis’i kuşattı. 29 Mayıs 1453 günü de 53 gün süren kuşatmanın ardından Konstantinopolis, Osmanlı Türklüğü tarafından fethedildi ve İstanbul oldu.

Bizans İmparatorluğu böylece tarihten silindi. İstanbul’u fetheden genç Türk delikanlısı II. Mehmet, “Fatih Sultan Mehmet “ unvanıyla dünya Türklüğünün ve Müslümanlığının medar-ı iftiharı oldu.

İstanbul’un Müslüman Türkler tarafından 1453’te fethedilişinin yıldönümleri uzun yıllardır, oldukça yüzeysel, hamasi, basit bir okul töreni havasında kutlana gelmektedir. Bizde pek çok alanda olduğu gibi bu konular da felsefesi, ruhu, muhakemesi, muhasebesi yapılmadan son derece sığ bir geçiştirmecilikle yapılır, idare-i maslahatçı bir zihniyetle ele alınır, zevahiri kurtarmakla yetinilir, ondan ötesi derinlikli olarak sorgulanmaz.

Hatta mesele eksik ya da çarpıtılmış boyutuyla sunulur.
Mesela Cuma hutbelerine kadar genişleyen yaygın bir alanda İstanbul’un fethi anlatılırken, hep ısrarla Fatih’in ne kadar insancıl, geniş görüşlü, hoşgörülü olduğu vurgulanır ve fetihten sonra Hristiyanlara dokunmadığı, onları koruduğu, onlara sonsuz bir özgürlük tanıdığından, insan haklarına, kültürel haklara saygılı olduğundan filan bahsedilir.

Böylece çok geniş kapsamlı ve çok boyutlu olarak irdelenmesi gereken fetih, sadece Fatih’in Hristiyanlara tanıdığı özgürlükle sınırlandırılır. Fatih’in Hristiyanlara hoşgörülü davrandığı doğrudur ve iyidir. Bunda bir sorun yok. Elbette İslam’da ve Türk töresinde kimsenin dinine karışılmaz, hangi dinden olursa olsun inanlara hoşgörü, vardır, baskı yoktur, onlara özgürlükleri verilir. Ancak sadece Fatih’in Hristiyanlara hoşgörülü davrandığı ile sınırlı kalan bir söylemin arkasında akla, bugün İstanbul’un Hristiyanlaştırılmasına, tekrar Bizans yapılmasına zemin mi hazırlanıyor, sorusu da gelmektedir.

Öncelikle İstanbul’un Müslüman Türkler tarafından fethi hadisesinin birkaç boyutu vardır:

Kültürel Boyutu: İstanbul’un fethi, Türk millî kültürünün oluşum ve gelişimi açısından özel bir öneme sahiptir. İstanbul, Türk millî ruhunun belirleyici olduğu yüksek düzeyde, özgün bir şehir medeniyetine örneklik etmiştir.

Türkler İstanbul’u fethettikleri zaman şehri aslında virane hâlinde devr almışlardı. 1204’te Latinler, 4. Haçlı ordusu hâlinde gelip şehri yağmaladıktan, harabe hâline getirdikten sonra idareyi devralan Paleologlar sülalesi, yeniden imar edememişlerdi.
Fatih Sultan Mehmet, bu yıkıntı ve mezbelelik hâlindeki şehri, Türk-İslam ruhuna, anlayışına ve ilkelerine göre yeniden imar etti ve ondan sonra burası artık Bizans medeniyetinin rengini verdiği Konstantinopolis olmaktan çıktı, tam bir Müslüman Türk İstanbul’u oldu.

Kurulan mahalleler, belirlenen sokaklar, caddeler, meydanlar, inşa edilen sosyal, dinî, ticarî kurumlar, insanlar arası sosyal, ticari, medenî bütün ilişkiler, tamamen Müslüman Türk anlayışına uygun olarak tanzim edildi. Mezarlıklar bile ölümü bir istirahat yeri gösteren munis, yeşillendirilmiş ruhanî bir havaya büründürüldü.

İstanbul değişik Türk topluluklarının farklı coğrafi mekânlardan gelerek bir arada toplandığı, ortak bir kültür, ortak bir yaşama üslubu, ortak bir Türkçe ürettikleri sentez mekânıdır. Bugün konuşup yazdığımız kültür, yazı, resmî dilimiz olan Türkçenin kaynağı, İstanbul Türkçesidir.

Yüzyıllar boyunca İstanbul’da yaşayan kültürlü, görgülü, bilgili, zevki incelmiş zarif insanlar, eski İstanbul hanımları ve beyleri, Türkçemizi işleye işleye, derinleştire derinleştire zenginleştirmişler, duygu ve düşüncelerin en ince ayrıntılarını ve bütün anlam farklılıklarını ortaya koyacak bir yapıya kavuşturmuşlardır.

Böylesine zengin bir dil olan Türkçe ile evrensel nitelikli büyük edebiyat eserleri, sanat, bilim, düşünce eserleri ortaya konmuştur. Bunda tabii, İstanbul’un sanat, edebiyat, bilim adamları için çekim merkezi yapılmasının büyük bir önemi vardır.
Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u sadece siyasi ve idari bir başkent değil, aynı zamanda kültür, sanat, edebiyat ve bilim merkezi yapmayı da hedeflemişti. Bu hedefi doğrultusunda önemli çalışmalar da yaptı ve dünyanın değişik yerlerinden büyük bilim, sanat ve edebiyat adamlarını İstanbul’a topladı.

Dolayısıyla İstanbul, Müslüman Türkler olarak bizim dünyaya örnek göstereceğimiz, bize özgü, bizim zekâmızı, kabiliyetimizi, çalışkanlığımızı, yüksek ve ince kültür ve medeniyetimizi temsil eden büyük bir medenî şehir idi. İstanbul’un fethini asıl bu açıdan irdelemek lazımdır.

Hamasî Boyutu: Türk milleti için İstanbul’un fethi, büyük bir askerî zaferdir, milletimizin kahramanlık öykülerinden biridir. Bizim ne kadar yiğit, savaşçı bir millet olduğumuzu gösterir. Bu yönüyle ele alınırsa hadise bize millî gurur verir, millet olarak kendimize olan özgüvenimizi tazeler, gücümüzün farkına varmamıza yarar, çocuklarımıza Türklük gurur ve şuuru kazandıran duygusal bir terbiye verir. Romantik milliyetçiliğimiz besler. Gençliğin şuurlanmasında, terbiye edilmesinde bu boyut elbette inkar edilemez ve gereklidir de.

Zira milletlerin milletleşmesinde ve millet olarak devam etmelerinde hamasî edebiyatlarının, destanlarının ve bu bağlamdaki başka metinlerinin büyük bir önemi vardır. Genç nesiller atalarının ne kadar büyük işler başardığını okuyarak, dinleyerek kendilerine güvenmeyi, atalarına layık olabilmek için onların yolundan gitmeyi öğrenirler.

Millet mensuplarını birbirine bağlayan bağlardan biri de duygu paylaşımıdır. Tarihimizdeki büyük zaferlerimizi hatırlayarak, biz bir bakıma kendi aramızda duygu paylaşımı yapıyoruz. Dolayısıyla İstanbul’un fethini anlatan, bu fethin heyecanını yansıtan büyük şiirlerimiz heyecanla, şevkle okunmalı, dinlenmeli ve ortaya çıkan coşku ruhlarımıza sirayet etmelidir.

Güncel Boyut: İstanbul’un fethi, tarihin belli bir döneminde olmuş bitmiş, sonra unutulmuş, herkes bunu böyle kabul etmiş ve herkesler hiçbir şey olmamış gibi işine gücüne devam etmiş değildir. Mesele elbette tarihîdir, eski zamanların bir hadisesidir ama Batı için aynı zamanda günceldir. Batı, Hristiyanlık dünyası, İstanbul’un fethini unutmuş ve içine sindirmiş değildir.

Batı, kendi dünyasında Bizans’ı bir bilim dalı hâline getirmiş. Sürekli tarih araştırmaları ve çalışmalarıyla Bizans’ı hatıralarında diri tutmaya çalışırken, aynı zamanda Bizans’ın romanını, şiirini, hikâyesini, piyesini yazarak, müziğini, resmini, heykelini yaparak hayalinde de canlı tutuyor. Çünkü Batı, bir gün tekrar İstanbul’u geri alıp orayı eski hâline Konstantinopolis hâline döndürme niyetinde ve çalışmasındadır. Bu, komplo filan değildir.

Dışarıdan haricî bedhahlar, içimizden ayarladıkları dahilî bedhahlara “İstanbul sokaklarına, duvarlara “zulüm 1453’te başladı” sloganını yazdırıyorlar. Bu aslında İstanbul’un Türklerin işgalci gösterilip ellerinden alınması ve tekrar Bizanslaştırılması projesinin şifresidir. Günümüz uluslararası politikasında, Türkiye’nin, Avrupa Birliği ve Amerika ile olan münasebetlerinde bu mesele de ayrıca devamlı olarak belli bir yer işgal etmektedir.
Özellikle Büyük Ortadoğu Projesi, İstanbul’un Konstantinopolis yapılarak ve burası merkez edinilerek, eski Doğu Roma İmparatorluğu’nun yeniden ihya edilmesi projesidir. Bir süreden beri Batı, bu projeyi hayata geçirmek için neler yapıyor, ona bazı alt başlıklar hâlinde değinelim:

*Ortadoğu Birleşik Devletleri Federasyonu Kurma Planları: Bernard Lewis’in mimarı olduğu bu projeye göre İstanbul başkent olacak. Yunanlı yazar Pitzipious’un projesine göre İstanbul, serbest bir şehir hâline getirilecek ve Doğu Konfederasyonu’nun başkenti yapılacaktır.
İşgalci Amerika’nın vaktiyle alavere dalavere ile hileli ve zorba seçim oyunu sonucu Irak’ın başına cumhurbaşkanı diye oturtulan eşkıya başı Talabani, Mayıs 1996’da şöyle demişti: “Hayalim İstanbul’un başkent olduğu Ortadoğu Birleşik Devletleri’dir.”

Bizde de emperyalist Batının niyetlerinin farkında olan ya da olmayan, kendilerine aydın, gazeteci, bilim adamı, siyasetçi denilen bazı kişiler, İstanbul’un başkent olması fikrini sürekli işliyorlar.

*İstanbul’un Yönetimini Uluslararası Bir Komisyona Devretmek ve Finansın Başkenti Yapmak: Fetih öncesi dönemde başkent Konstantinopolis’te, Roma Senatosu örnek alınarak oluşturulmuş bir senato vardı. Bizans’ın yönetimi büyük ölçüde bu senato tarafından belirleniyordu. Bugün emperyalist Amerika ve Avrupa’nın yapmak istediği şey de bu senatoyu değişik bir şekilde canlandırmaktır.

Bu da şu şekilde olacaktır. İstanbul’un yönetimini uluslararası bir komisyona verecekler. Bu uluslararası komisyon da tabii Amerika ve Avrupa devletlerinden oluşuyor. Yani Batılı bir komisyon. Bu uydurma bir şey değildir.
Bunun ciddi ciddi planları yapılmaktadır, zaman ve zemin oluştuğu zaman da uygulamaya koymaya çalışacaklardır. Tabii bu planı millî duyarlığı olmayan, işbirlikçi yöneticiler sayesinde yapacaklardır.

Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında Eski Roma İmparatorluğu’nu diriltmek amacı uğrunda küresel sermaye imparatorları, İstanbul’u finansın başkenti yapmaya çalışıyorlar. Batı, 1912’de hazırladığı bir plana göre Anadolu’yu paylaşmak ve İstanbul’u Hong Kong gibi imtiyazlı bir bölge yapmak, İstanbul’u bir ülkeye ait olmayan uluslararası bağımsız bir kent hâline getirmek istemektedirler. Bu da gösteriyor ki İstanbul Türklerin elinden alınıp uluslararası komisyona yani batılı emperyalist para ve siyaset babalarına teslim edilecek ve Bizans, yeni ve modern bir yapı içinde ihya edilmiş olacak.

Bizans toprakları “thema” adı verilen askerî bölgelere ayrılmıştı. Bu bölgeleri “strategos” adlı komutanlar idare ediyordu. Thema’daki askerlere toprak veriliyor ve thema komutanı da çağrıldığında askerleriyle savaşa katılıyordu.
Uzun zamandan beri Batı dünyası, Anadolu’da etnik, dinî, coğrafî, ekonomik farklılıkları sürekli kaşıyarak iç savaş çıkarma çalışmalarına devam ediyor. Özellikle 1938 yani Atatürk sonrası dönemde insan haklarına!!!, demokratik özgürlüğe!!! kültürel haklara!!! dayalı, çok kültürlü!!! Kozmopolit bir yığın üretme çabasına girildi.

Bu dönemde Batı, içerdeki işbirlikçi yöneticilerin sağladığı çatışma zemini içinde sağcı-solcu, alevi-sünni, Kürt-Türk gibi zıtlıklara dayalı çatışmalar çıkarma çalışmaları yürüttü ve bu oyununa bugün de devam ediyor.

Amaç, Anadolu’da büyük bir kargaşa ve kaos çıkarmak, iç çatışmaları yoğunlaştırmak, bu ortamda uluslararası barış gücü, bilmem ne gücü adı altında kendinde ülkemize müdahale hakkı görmek. Buraları askerî güçleriyle işgal etmek ve eyaletlere bölüp uluslararası komisyon tarafından yönetilecek olan İstanbul’a -ki o zaman adı her hâlde tekrar Konstantinopolis olur- bağlamak hedefi güdülüyor. Nitekim bazılarının komplo filan diyeceği bu uygulamalar, Lübnan’da, Afganistan’da, Irak’ta görülmüştür.

Bir gazetede vaktiyle şöyle bir yazı çıkmıştı: “byzantium1200.com” adlı internet sitesi, İstanbul’u 1200’lü yıllarda Bizans dönemindeki hâliyle canlandırdı. Dönemin Bizans eserlerini üç boyutlu grafiklerle çizen sitede İstanbul yine Bizans dönemindeki gibi 10 ayrı yönetim biçiminde gösteriliyor.
Bizans dönemi eserlerini animasyonla sanal âleme taşıyan ilk ve tek site olan `byzantium1200.com’da Ayasofya, Atik Mustafa Paşa Camii, Balabanağa Mescidi, Sekbanbaşı Mescidi, Hipodrom gibi tarihî yapılar, İstanbul’un Osmanlı tarafından fethedilmeden önceki görevleriyle gösteriliyor. Mimar Albrecht Berger, sitenin önsözünde Bizans eserlerinin nereye kaybolduğunun merak edilmesi tavsiyesinde bulunuyor.”

*İstanbul’un Coğrafî Olarak Ele Geçirilmesi: Doğu Roma İmparatorluğu’nun ihya edilebilmesi için mutlaka gerekli olan adımlardan biri de İstanbul coğrafyasının fiilen ele geçirilmesidir. Bu da değişik yollarla yapılmak istenmektedir. Hatta bu yolda bir hayli mesafe de alınmıştır. Mesela Avrupa Birliği talepleri kapsamında çıkarılan Vakıflar Kanunu ve buna benzer yasal yollar kullanılarak, bu kanunlardan istifade ile, gerek satın alarak gerek hak iddia ederek sur içi İstanbul ve diğer bazı bölgeleri ele geçirip İstanbul’u Ortodoksların Vatikan’ı yapmak istemektedirler.
Bunu batılılar açıkça itiraf etmekten de çekinmemektedirler. Nitekim 1913’te Ralf de Neriet hazırladığı projesinde şöyle demişti: “İstanbul Papaya verilecek, Papa buraya yerleşecek. Vatikan İstanbul’a taşınmış olacak.”

*Ölü Kültür Varlıklarının Diriltilmesi Çabaları: Eski Bizans kültürünü yeniden diriltmek, bugün batılıların, içimizdeki batıcıların ve onların kuyruğuna takılmış olan milliyetsiz gafillerin öncelikli hedefi durumundadır. Eski Bizans sanatı Eski Yunan ve Roma sanatına dayanmaktadır. Bizans’ın başkenti Konstantinopolis, gösterişli sarayları, kiliseleri, hipodromu, zafer takları, dikilitaşları ve surlarıyla Bizans’ın da başlıca kültür ve sanat merkeziydi.

Bütün kültürlerin mirasçısı olduğumuzu savunan kozmopolit Anadoluculuk yaklaşımı, eski Anadolu medeniyetleri gevezeleri gözlerini ve gönüllerini Türk-İslam öncesi kültür mirasına dikmişler.

Bugün itibariyle İstanbul’da Bizans dönemine ait kültürel varlıklar, kurumlar, isimler, simgeler, her şey hayatiyeti olmayan yani yaşayan insan toplulukları tarafından temsil edilmeyen, ölü ve sadece müzelerde sergilenen arkaik kültürel varlıklardır. Bizans kültürünü yaşatan insanlar yok denecek kadar azdır. Bizans dönemine ait eserlerin korunması elbette kültürel bir kaynak olarak gereklidir, onarılmalıdır ve turizme açılmalıdır, salt müzelik bir değer olarak sunulmalıdır. Bunda bir sorun yok. Ülkemizde yaşamış her kültür ve medeniyet bilinsin, ortaya çıkarılsın ve müzelik bir değer olarak sergilensin. Ancak tarihî arkaik müzelik medeniyet kalıntılarından hareketle Türk medeniyet, kültür, insan varlığını yok edip Bizanslılığı yeniden diriltme çabaları olursa orada dur denilir.

Uzun zamandan beri gerek dışardan Yunan ve Roma torunları, gerek içerden onların akrabaları ve satın alınmış ya da kandırılmış sözcüleri vasıtasıyla bu ölü kültürler diriltilmek istenmektedir. Bu da Bizans’a ait kişi, yer, kurum isimlerinin kullanılması, eserlerin restore edilmesi şeklinde olabildiği gibi o döneme ait felsefe, düşünce ve hayat tarzlarının ve sembollerin zihinlere ve bedenlere aktarılması şeklinde de olabilmektedir.
Bu bağlamda Müslüman Türkler önce müslümanlıklarına ve Türklüklerine yabancılaştırılıyor.

Yani Müslümanlık gericilik, çağdışılık, hurafe, saçma inançlar olarak belletiliyor, Türklük ırkçılık olarak pompalanıyor ve bunlar, Müslüman Türk çocuklarına kabul ettirilmek isteniyor. Böylece ortaya kimliksiz ve kişiliksiz bir yığın çıkarılmak isteniyor. Sonra da içi boşaltılmış bu nesil, Romalı, Bizanslı, Yunanlı, Emeni gibi düşünen ve davranan insanlar hâline getirilmek isteniyor.
Hatta “Hepimiz Türk’üz, hepimiz Müslümanız” demekten utanan bazı insanlar, “keşke İstanbul Türkler tarafından fethedilmeseydi”, diyorlar ve “Hepimiz Ermeniyiz” diye bağırıyorlar. Bizans’ın ihyasının bir yolu da budur. Yoksa buraya Yunanistan’dan, Avrupa’dan adam getirecek değiller. Tabii bu da olmayacak şey değil. Batılıda oyun çok.

Ülkemizde kendisini Türk ve Müslüman olarak görmeyen, aidiyet kimliğini bazen açıklayan, çok zaman da gizli tutan bir takım aydın, gazeteci, siyasetçi, öğretim üyesi unvanlı kişiler, yazı, konuşma ve faaliyetlerinde İstanbul bağlamında 1453 öncesine, Anadolu bağlamında 1971 öncesine ait Bizans, Roma, Eti, Hitit, İyonya gibi eski medeniyet kalıntıları üzerinde duruyorlar, onları gün yüzüne çıkarmaya,müzede durması gereken kültürü günümüze, sokağa, meydanlara, kurumlara ve güncel hayatımıza isimleriyle, anlayışlarıyla, kurumlarıyla, simgeleriyle, ruhlarıyla, felsefeleriyle katmaya çalışıyorlar.

Fiziksel anlamda baştanbaşa Anadolu’yu Türk-İslam öncesi kültür varlıklarını ihya ederek işgal etmeye, düşünsel ve hayat tarzı olarak da yine o dönemlere ait felsefe ve hayat tarzını insanımıza doğrudan ya da dolaylı yollardan giydirmeye gayret ediyorlar. Yani Türk milletini önce kendisini Müslüman ve Türk hissetmeyen, soyut anlamda kozmopolit, kimliksiz, kişiliksiz gören sonra da kendilerini esasta Bizans’ın torunları olarak görecek bir nesil üretme çabasındalar.

Bütün faaliyetleri, “Biz Bizans’ın varisiyiz” inancının toplumun ve ülkenin her alanına yerleştirmek. Onun için Türk-İslam dönemi öncesine ait ne kadar tiyatro, gymnasium, tapınak, kilise, manastır vs varsa hepsini tek tek onarılmakta, meydana çıkarılmaktadır ve bunlar işlevsel ve işler hale getirilmektedir.

*Patrikhane Meselesinin Arkasında Bizans’ın İhyası Vardır: Uzun zamandan beri siyasi tartışmalardan biri de Fener Rum Patriğine ekümeniklik verilmesi ve Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması üzerinedir. Fener Rum Patriğine ekümeniklik vermek ve Heybeliada Ruhban Okulu’nu açmak demek, Bizans’ın diriltilmesi için zemin döşemek, alt yapıyı oluşturmak, bu işin kurumsallaşmasını sağlamak demektir. Bu bağlamda emperyalist Batının Bizans’ı diriltme amacına, bugün maalesef içimizden bazı küreselci teslimiyetçiler çanak tutuyor.
İstanbul’u fethederek Orta Çağı kapatıp Yeni Çağın başlamasına vesile olmak, Anadolu ve Balkanları birleştirerek cihan devleti olmak, dünya çapında bir olaydır ama daha önemlisi, onu kıyamete kadar Müslüman Türk şehri halinde geliştirerek koruyabilmektir.

İSTANBUL’UN FETHİNİ GÜNCELİN IŞIĞINDA YENİDEN OKUMAK
Nurullah Çetin