İngilizcede bir kelime vardır: morsel. Leziz lokma demek

Morsel. Bir aperatif ve lokmalık dertler arıyoruz. Ağız sulandıran, kalem sulandıran

İngilizcede bir kelime vardır: morsel. Leziz lokma demek

İngilizcede bir kelime vardır: morsel. Leziz lokma demek. Minik, tek çatalda yuvarlanabilecek leziz lokma. İştihasıyla ruhu ve zihni birbirine geçmiş bir haldeyiz. Özellikle deprem sonrası. Deprem sonrası Türk edebiyatı diye bir kavram oluştu ha oluşacak. Acıların dile getirilmesi, herkesin yanma hakkı var fakat neden herkes siyah gözlükleriyle suni bir yanık ses tonunda ve neden herkes Kani Karaca modunda? Alaksey Maksimoviç Peşkov desem kaçımız tanır? Maksim Gorki desem hepimiz biliriz. Gorki Rusça acı anlamına gelirmiş ve çektiği kederli hayattan dolayı kendisine bu lakabı takmış Gorki. Neden herkes adının önüne Gorki koyabilmek için en tumturaklı dizeler ve satırların izini sürüyor ki?

Felaketler sonrası herkesin klinik psikolog tonunda bir renge bürünmesi toplum olarak ciddi şekilde muayene edilmemiz gerektiğini gösteriyor. Neden her on kişiden on biri yeşil koltuk tadında olmak zorunda? Anksiyeteye dair biraz akademik bir pasaj okuduğumda yarım yamalak dahi anlayıncaya kadar benim beynim çatlıyor. Nasıl oluyor da hepimiz benzodiazepin gibi gel göğsüme ben yumuşatırım, babacan tavrımla saçlarını tararım mırıl mırıl olursun, kediye dönersin edasında?

İnsan gayri ihtiyari olarak dâhil olma arzusu taşıyan bir varlık. İnsan olmanın olağan hallerinden birisi bu. Fakat dâhil olmayı insani kılan “sadeliğin yitmeyişi”dir. Başkalarının derdini gördüğümüz zaman rengimiz kaçabilir, gözümüzün feri sönebilir. Bunlar hepimizde olabilir. Bu sade hal; yani zorda kalanın zorluğuna uzanan mütevazı el ya da dil; seni anlayabiliyorum ve yanındayım diyen o insani renk.. Hepsi hem anlaşılabilir hem de aranan değerler. Fakat disko topu gibi renkten renge girip kıyamet zamanı “ben buradayım en kederli laflarımla en çok ben damarlara akanım. Alın bu da kartım, mutlaka arayın” tarzında renkten renge bürünmek neden?

Adam yerdeki külü kafasına vuruyordu. Adam zeminde sıkışan kızının kendine yolladığı sesli mesajı dinliyordu. Kız, yanında ölüp gitmiş olan annesinin telefonundan kendisine “seni seviyorum” mesajı atmıştı. Kadın deprem üstüne bir de sel yemiş ve çıplak ayakla sokakta oturuyordu. Zaman geçer ve bu sahnelerin hakiki özneleri kendi ağıtlarını yakmayı da bilir. Bu toplum edebi bir kaygı taşımayan ağıtını yakmasını kendisi zaten bilir. İki şiirsel lafla sulandırmaya çalışmak neden? Canı gerçekten yanan, en suzişli gazeli ben yakarım derdine düşmez. Canı yanan, bir şey söyleyecekse sadece söyler. Öylesine sade ve ister istemez taşarcasına. Sudur etmek gibi hani. Kendi zatından istese de istemese de taşar. Rengi de, kokusu da, tadı da kendindendir. Sonradan giydirilme yoktur onda.

Morsel. Bir aperatif ve lokmalık dertler arıyoruz. Ağız sulandıran, kalem sulandıran..Bizi gurme kılan, bizi şair kılan, bizi psikolog kılan kederler. Çokça harf yazdıracak, söz hanemize yeşil ve beğenilmiş bir tik olacak, leziz efkârlar. Cehennem i suğradan* bir kaşık ciğer yangını ama asla bize ait olmayan.

Can Küçükşahin

Mühendis