İKTİDAR HALK ÇOCUKLARINI BOZDU

“Dağ başında veli olmak kolay, şehirde veli olmak zordu.”

İKTİDAR HALK ÇOCUKLARINI BOZDU

Osmanlı’da ve Cumhuriyetin 1950’ye kadar olan döneminde sıradan Anadolu çocuklarının ülkeyi yöneten seçkin zümre içine girmesi son derece güç, hatta imkânsızdı. Belirli ailelerin çocukları üst seviyede eğitim ve geniş çevre imkânına sahip olduğu için bir nevi “kast sistemi” devam etti. Ancak Demokrat Parti ile başlayan süreçte, Cumhuriyetin verdiği imkanlarla yetişen, sıradan “Anadolu çocukları” devlet yönetiminde daha fazla söz sahibi olmaya başladı.

Önce Demirel, sonra da Özal dönemi ve takip eden hükümetlerde bu süreç hızlandı. Sürecin başlangıcında sistemi delerek bir yerlere gelen halk çocukları (seçkinler arasına girmeye başladığında) çoğunlukla bu seçkin zümreye benzemekte, onların dünya görüşünü benimsemekte, hayat tarzını taklit etmekteydi.

Ordu ve yargı esasen halk çocuklarının çoğunlukta olduğu iki güç idi. Kökeninde milliyetçi/ ulusalcı ve fakat içinden çıktıkları geleneksel değerler yerine Batı’nın değerlerini dayatan bir tutum içindeydiler.

Özellikle AKP döneminde daha da hızlanan süreç sonucunda, sadece siyasi makamlara değil, sıradan halk çocuklarının eskiden nüfuz edemediği Dışişleri, Bankacılık (Merkez Bankası dâhil) gibi alanlara da hâkim olmaya başladı. Görüldü ki, mesela Durmuş Yılmaz gibi halk çocukları da bu makamlarda başarılı olabilmekte idi.

Muhafazakâr kitlenin “monşer” olarak nitelendirdiği büyükelçiler, halkla teması olmayan “halk için halka rağmen” anlayışının sembolü valilerkaymakamlar yerlerini yavaş yavaş “halk çocuklarına” terk etmeye başladılar. Belediye Başkanları seçimle geldikleri için zaten daha önceden halkla iç içe olmaya başladı.

Ordu ve Yargı içinde de artık geleneksel değerleri yaşayan halk çocukları ağırlık kazanmaktaydı.

Bu makamlarda artık evine ayakkabı ile girmeyen, “alnı secde gören”; halk ile beraber iftar açan; büyüklerinin elini öpen, sokaktaki çocukları kucaklayıp oynayan insanlar vardı. Çocuğunun doğumunda, yemek tarzında, düğününde, töreninde, cenazesinde sıradan halk nasıl yaşıyorsa öyle yaşayan insanlar…

Sermaye seçkin zümrenin tekelinden çıkmakta, devlet eliyle palazlanan yandaş işadamları ekonomide de, siyasette de ağırlığını hissettirmekteydi. Bu sermaye artık basının/ medyanın gücünü fark etmiş olduğundan bu alanda da tekelleri yıkmaktaydı. TRT’nin tekel döneminde haftada bir yayınlanan 15 dakikalık dini programla yetinmek zorunda kalan dindar kitleler, gün boyu dini yayın yapan onlarca kanala sahipti.

****

Mütevazı bir kasabadan yetişmiş bir halk çocuğu olarak, bütün bu ve benzeri gelişmelerden sadece memnuniyet duymam gerekirdi.

Fakat bizim asıl görevimiz şimdi başlıyordu. Çünkü Hazreti Peygamberin sözüyle, “asıl cihat şimdi başlıyordu.”

Çünkü “dağ başında veli olmak kolay, şehirde veli olmak zordu.” İmkâna, güce sahip olmayanın faziletli olması da, faziletli ve adaletli davranış beklemesi de kolaydı. Ama asıl zor olan güçlü iken adaletli ve faziletli olabilmekteydi.

“Zincirlerinden başka kaybedecek şeyi olmayanların” hürriyet istemesi normaldir. Önemli olan güç sahibi iken, herkesin özgürlüğü iliklerine kadar hissedebildiği bir yönetimi sağlamaktır. Halkın telefonla konuşmaktan bile korktuğu bir ülkeyi yönetmek, muktedir halk çocuklarını utandırmalıydı.

Muktedir halk çocuklarının, en az gücünü elinden aldığı seçkinler kadar, hatta daha fazla, bu milletin bağımsızlığı, varlıklarının korunması, vatanın birliği ve dirliği için gayretli, inançlı ve dirençli olması gerekirdi. Mesela milli varlıklarımızın yabancıların eline geçmesine karşı tedbir alınmalıydı; milletimizi etnisite bazında bölmeye çalışanlara cesaret verilmemeliydi.

“İçimizden biri olan” valiler, kaymakamlar, en az “halktan kopuk selefleri” kadar, iktidarın değil milletin valisi, kaymakamı olabilmeliydi.

Her devrin gizli iktidar ortağı medya devlerini (vergi denetimleriyle) devirmek, halkın elbette hoşuna giderdi. Ancak yapılanlar muhalefeti yok etme maksadıyla değil, adaleti sağlamak için yapılıyorsa güzeldir. Bunun için halk çocuklarının iktidarında sermaye gücünü eline geçirenlerin de vergi şampiyonları sıralamalarında en önlerde olması gerekirdi.

Muktedir halk çocukları, her türlü kirli ilişkiler, rüşvet, iltimas ve yolsuzluktan uzak olmalıydı. Şaibeli ihaleler, belirli kişilere rant yaratan imar değişiklikleri, maden arama imtiyazları, devlet bankalarından usulsüz krediler onların geleneksel dediğimiz din ve ahlak anlayışlarına aykırıydı, bu dönemde bunlar olmamalıydı.

Muktedir halk çocukları, bütün kurum ve kuruluşların hesaplarının şeffaf ve denetlenebilir olmasını sağlamalıydı. Sadece TSK’nın değil, TOKİ’nin, cemaat ve tarikatların ve hatta camilerin gelir ve giderleri bağımsız kuruluşlarca denetleniyor olmalıydı.

Muktedir halk çocuklarının “Ergenekon ve Balyoz davalarında” da, “Deniz Feneri Davasında” da aynı hukuki kıstasları kullanmasını beklerdik. Yürüyen davalarda kiminde hâkimleri, kiminde savcıları görevden almanın adalet duygularını zedelediğini söyleyenlerin hepsinin hasım olmadığını, gerçek dostların uyarısı olduğunu bilmelerini isterdik.

Biz yine güçten ve güçlüden yana değil, Hak’tan ve haklıdan yana olmaya çalışacağız. Çünkü bizim “geleneksel değerlerimiz” bunu emretmekte.

Halife Hazreti Ömer’in haksızlık yapma korkusuyla, bir adam tutup kendisine söylettiği sözü söylemeye devam edeceğiz: “Ölüm var Ya muktedirler.” Hem de ücret almadan. Sırf bu milleti ve değerlerini sevdiğimiz için.

****

Yukarıdaki düşüncelerimi 2011 yılındaki bir köşe yazımda ifade etmişim. Görünen o ki, 9 yıl içinde muktedirler halk çocuğu olduklarını iyice unuttular.

Artık yaşantıları da, duyguları da, hedefleri de halktan daha da kopuk. Milletin parası ile şatafatı itibar zannediyorlar.

Kendilerinden öncekilerden çok daha mağrur, çok daha kaba, çok daha bencil, çok daha adaletsizler.

Hak’tan da, kanundan da, halktan da, haramdan da korkmuyorlar.

Yalan söylemekte, iftira atmakta, kul hakkı yemekte pervasızlar. Yasa denetiminden endişeleri yok, vicdan denetimi ile bağları kalmamış gibi davranıyorlar..

Özetle; 1877’de Lord Acton “güç bozar, mutlak güç mutlaka bozar” demişti. Adam bir kere daha haklı çıktı.

 

24.05.2020

Ruhittin Sönmez