Her yeri görmeden en sevdiğin yeri söyleyemezsin.

Bunları, Danimarkalı psikolog ve felsefeci Svend Brinkmann’ı okurken düşündüm.

Her yeri görmeden en sevdiğin yeri söyleyemezsin.
Her yeri görmeden en sevdiğin yeri söyleyemezsin. Hepsini denemeden en sevdiğin işi bilemezsin. Bütün olası partnerleri “denemeden” en seveceğin, seni en çok zenginleştirecek eşe karar veremezsin.

Öyle değil mi?

Hem evet, hem hayır.

“Yaşamına daha fazla şeyi sığdır, daha iyi hisset.” bakışından yanaysanız; evet.
Köklenmenin istikrar getirdiğine, istikrarın da tatmin ve mutluluk sağladığına inanıyorsanız; cevabınız muhtemelen “hayır” olacak.

Bunları, Danimarkalı psikolog ve felsefeci Svend Brinkmann’ı okurken düşündüm.

Postmodern dönemde, hızlı tüketim çağında hepimiz devingenliğe, dolu ajandalara, büyük ve pozitif düşünmeye odaklandık ve “eğer bir şeyi istersem yapabilirim, yapamıyorsam zaten benim suçum”u hisseder hâle geldik, değil mi?

*

Svend Brinkmann yazdıklarında “zorlama pozitiflik” ile “sürekli sonsuz gelişme” ifadelerini kullanıyor ve çağımızın şu dayatmalarını eleştiriyordu: “Olumlu duyguları besle! Pozitif düşünme kapasiteni artır! İnandığın ve istediğin sürece her şeyi gerçekleştirebilirsin!”

Bence haklı bir eleştiriydi.

“Gözlerimizde at gözlükleri, sürekli pozitif ve iyimser olursak, işler yolunda gitmediğinde yaşadığımız şok daha büyük olabilir. Söylenme özgürlüğü ve gerçeklikle yüzleşme, olanı olduğu gibi kabul etme becerisinden ileri gelir. Israrla kötü hava diye bir şeyin olmadığını yalnızca yanlış giysiler olduğunu iddia eden her daim pozitif bireyin tam aksine, söylenmek size bir tür insani haysiyet bahşeder." diye ekliyordu Brinkmann.

İşin aslı, kötü hava diye bir şey var ve hava kötüyken sıcacık bir kafede oturup havadan yakınabilmek de güzel bir şey.

*

Stoacı felsefeyle tanıştınız mı, bilmiyorum. Stoacılık temele “kabullenmeyi” ve “aklı” koyar; felsefenin başlangıç noktası da “memento mori” yani “fâni olduğunu hatırla”dır.

Bu felsefeye göre, kontrol edilebilir olanla olmayanı ayırt etmek için bize bahşedilen aklı kullanmak gerekir; kontrol edilebilir olmayana (hava durumu, ölüm gibi) korkuyla, endişeyle yaklaşmak ise zaman kaybıdır.

Yazının en başına dönersem… Belki de esas maharet yaşama daha fazla şeyi sığdırmak değil, sürekli pozitif kalmak hiç değil; anlamlı bir varoluş gerçekleştirmektir.

Ve nitekim pek çok sözü bu mecrada sıklıkla alıntılanan Romalı Stoacı İmparator Marcus Aurelius'un yazdığı gibi:

--Kim ne derse desin, kim ne yaparsa yapsın; benim görevim “iyi olmak”.
Altının veya zümrüdün ya da mor rengin kendi kendine şunu tekrarlaması gibi:
“Kim ne derse desin veya kim ne yaparsa yapsın; ben rengini yitirmeyen bir zümrüt olacağım.”


Siz ne düşünürsünüz?

Damla Ömür Tantekin

Founder of D Strategy | Advisor&Writer | Speaker
Bu resim için alternatif metin açıklaması yok