GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ HATIRLANMALIDIR

"İÇLİ KÖFTE" TEBESSÜMLE HATIRLADIĞIM BİZİM HİKAYEMİZ...

GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ HATIRLANMALIDIR
GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ HATIRLANMALIDIR...
"İÇLİ KÖFTE"
TEBESSÜMLE HATIRLADIĞIM BİZİM HİKAYEMİZ...
Ceza evinden çıkmış, bir müdet sonra devre kaybı olarak askere gitmiştim. Denizlide Çavuş Talimgahında başlayan askerliğim, 'Sakıncalı Personel' olarak, Makinalı Tüfek Taburuna gönderilerek devam etmiş; acemi birliğim bitince Ankara Etimesgut, oradan Erzurum Aşkale Tank Taburu, oradan da çiğerlerimden rahatsızlığım nedeniyle Erzurum Maraşal Çakmak Hastanesindeki tedavim sürerken, askerliğimi tamamlamıştım. Askerden döndükten bir müdet sonra evlenmiş, iş bulmaya çalışıyordum.
12 Eylül Yönetimince Fişlendiğim için 1402 sayılı yasa yönetmeliğince kamuya ait iş yerlerinde çalışma izni verilmiyordu. Bu uygulama yasal değildi. Mahkemelerce cezayı müeyde kararı olmadığı halde, 'Sağ - Sol' olaylarında şahitlik dahi yapsan, 1402 kapsamında fişlenmen için yeterliydi. Devletin ve Milletin Bekası için kendilerini feda eden insanlara, nice fiziki işkencelerin yanında nice haksızlıkların yapılması, akıl ve vicdanla izahı mümkün değildi.
Ceza evindeyken üniversite imtihanlarına giren Ali Denizkaya, bir defa hukuk fakültesini, iki defada siyasal bilgiler fakültesini kazanmıştı. Ceza evinden çıkınca İstanbul Siyasal Bilgiler Fakültesine kaydını yaptırmış, mezun olduktan sonra, kaymakamlığa hak kazandığı halde, 1402 kapsamında görülerek, görev verilmemişti. Ceza evinden çıkan bütün ülkücüler istihdam sıkıntısı yaşıyordu. Bir kısım arkadaşlarımız çaresizlikten gevrek satar olmuştu. Fırın sahibi, vitrinli el arabasını kendi veriyor; içine gevrekleri dolduran ülküdaşlarımız uygun bir yer bulup, 'taze sıcak gevrek!' diyerek, gevrek satıyorlardı. Bu halde dahi polislerin takibindeydiler...
İstihdam olmak için iş ararken, onaylanmış cezamın, süresi kadar gözetim cezası uygulaması da başlamıştı. Polis karakoluna her gün, sabah akşam gidip, bana tanzim edilen deftere imza atıyordum.
Yaşadığımız bütün zorluklara rağmen, inancımız, azmimiz, heyecanımızdan hiç bir şey kaybetmemiştik. Zorluklar mücadele azmimizi daha da artırıyordu... Gitmemiz gereken kilometrelerce uzağa dahi yokluktan yaya gidiyorduk.
İş bulmak niyetiyle sabah evden yaya olarak çıkmış, Varyanttan Konak'a iniyordum. Doğum Hastanesi (İzmir Devlet Hastanesi) önünde Sarı Murat (Murat Yalçın) ülküdaşımı vitrinli gevrek arabası önünde gevrek satarken görmüştüm. Fark ettirmeden onu izliyordum. 12 Eylül Darbecilerine, 'bakın biz dimdik ayaktayız' dercesine bıyıklarını çenesine kadar indirmiş, 'taze sıcak gevrek' diye bağırıyordu. Onun o hali, beni öyle duygulandırdı ki; içim burkuldu, gözlerim yaşarmıştı... Halbuki o öğretmendi... O dik duruşunun yanında, gençlik psikolojisinin gururuyla mahcubiyet de duyduğunu seziyordum. Gevrek alanların yüzüne bakmıyordu. Onu bir müdet seyrettikten sonra yanına gitmiştim. Hasretle kucaklaşmış ayak üstü hayli sohbet etmiştik. Halimize bir çıkış yolu arıyorduk...
Muratla Hatay Semtinde her gün buluşmaya başlamıstık. Murat bir gün heyecanla 'Abem be, güzel para kazanacağımız bir iş buldum.' demişti. 'Murat Ağbim ne işi? Nasıl bir iş?' deyince, 'İçli Köfte İşi' demişti. Merakla yüzüne bakınca anlatmaya başlamıştı. 'Benim Tekel Güreş Takımından tanıdığım, Nazif diye bir arkadaşım var; on parmağında on marifet. Beş Yıldızlı Hotelerde Aşçılık yapmış, içli köfte yapmasını çok iyi biliyor. Malzeme alıp, içli köfte yapacaz, Hataydaki kahvelerde satacaz.' demişti. Bir müdet sonra Nazif de gelmişti. (Rahmetli) Müteahhit Davut Küçük Ağbey'e gidip, 'içli köfte' malzemesi için para istemiştik. Davut Ağbi para verirken, gülmemek için kendini zor tuttuğunu fark etmiştim. Malzemeleri almıştık. 'İçli Köfte'yi nerede yapacaktık? Murat, 'Bu defalık bizim evde yapalım; ama annem eve gelmeden işi bitirmemiz lazım.' demişti. Muratların eve gelip, hemen işe koyulduk. Evin içi, yoğun bir halde kızgın yağ ve soğan koktuğu için kapı ve pencereleri açmıştık. İşin sonuna doğru Murat'ın annesi bir hışımla gelmiş, 'bu evin hali ne böyle Murat!" diye bağırıyordu. Ben kapının arkasına durmuştum. Murat, 'annecim bir daha olmayacak' diyerek, yatıştırmaya çalışıyordu. Annesi, hayli sinirli bir halde, 'Murat! Sana söylüyorum bu son olsun!" demişti. Kapının arkasında beni görünce, "Abe Oğlum ben seni akıllı biliyordum.' demişti. Kendisine mahcup bir halde, 'Ayşe anne bir daha olmayacak' demiştim.
Nazif'in yaptığı içli köfteleri alıp, evden çıkmıştık. Hataydan Üçyol'a kadar bütün kahveleri gezmiştik. Bir tane bile 'içli köfte' alan olmamıştı. Kimsenin görmeyeceği bir kenara çekilip, yaptığımız köfteleri doyuncaya kadar yemiş, artanını Hatay Caddesindeki çocuklara dağıtmıştık. Hiç konuşmuyorduk. Para kazanacağımız 'İçli Köfte' hayalimizde, NİCE HAYALLERİMİZ gibi... sükutla bitmişti...
Mehmet Karanfil
Bir 2 kişi, ayakta duran insanlar ve açık hava görseli olabilir