Geçen hafta, Polonya’nın başkenti Varşova’daydım. Yolu düşmüş olanlar belki bilir;

Kalbi, anavatanı Polonya’da; bedeninin külleri ise Paris’tedir şimdi.

Geçen hafta, Polonya’nın başkenti Varşova’daydım. Yolu düşmüş olanlar belki bilir;
Geçen hafta, Polonya’nın başkenti Varşova’daydım. Yolu düşmüş olanlar belki bilir; ünlü besteci Chopin’in kalbi oradaki bir kilisede saklanır. Benim de aklımı kurcalayan soru şu oldu: Bir kişi, kalbinin neden vücudundan ayrı şekilde saklanmasını ister?

Tafefobi deniyor buna… 18. ve 19. yüzyıllarda sıkça rastlanan “canlı gömülme korkusu”. Rivayet o ki, Chopin de, canlı gömülmediğinden emin olmak için kalbinin vücudundan çıkarılmasını ve ardından Varşova’ya götürülmesini vasiyet eder.

Kalbi, anavatanı Polonya’da; bedeninin külleri ise Paris’tedir şimdi.

*

Sanatçının sadece 39 yıllık kısa ama üretken bir yaşamı olur. Onun bütün hikâyesi içinden, piyano hocalarından birinin ona verdiği bir nasihatı çekip çıkaracağım.

Demiş ki Chopin’e:

“İç dünyanın sesine kulak ver. İnsan, duygularının sel gibi akmasına izin vermeli. Fakat sonra, bir müfettiş gibi onları gözden geçirip, düzeltmeli.”

Belki bu yüzdendir ki, eserlerinde karşıt duyguları; hem hüznü hem neşeyi ahenkle dans ettirebilen, duygularını tuşlar aracılığıyla karşı tarafa geçirmeyi başarabilen ender bestecilerden olmuştur Chopin. Bir de hiç dinmeyen vatan özlemini tabii ki.

*

İlginç bir tesadüf var…

Chopin’in kalbinin bulunduğu kiliseyle aynı caddede bulunan Bristol Café’de, yaklaşık 100 yıl sonra, tıpkı Chopin gibi, bir şairimiz de aşkı, vatan aşkını ve İstanbul aşkını mısralara dökecektir.
Sade Türkçe’nin, ahenkle akan dizelerin ustası Yahya Kemâl Beyatlı'dır o.
1920'lerin sonunda Varşova sefirliği yaptığı sırada bazı şiirlerini burada yazar.

Chopin’in piyano hocasının öğüdü adeta Yahya Kemâl’e de ulaşmış gibidir. Şair, önce duygularının kağıda akmasına izin verir, ardından da bir mısra ve hatta bir kelime için aylarca, yıllarca bekler. Rivayet odur ki, bir şiirine doğru kelimeyi bulabilmek için tam 10 yıl beklemiştir.

"Şiir kalpten geçen bir hâdisenin lisan hâlinde tecelli edişidir." şeklinde tanımlar şiiri.

Hepimizin bildiği Sessiz Gemi'nin hikâyesi de bir o kadar ilginç…

Yahya Kemâl, evine giderek ders verdiği bir öğrencisinin annesine; Celile Hanım’a gönlünü kaptırır. Celile Hanım eşinden ayrılmış, hoş, kültürlü bir kadındır. Onların arasında gelişen aşka ise yine öğrencisi mâni olacaktır; hem de Yahya Kemâl’in cebine koyduğu kısa ve özlü bir notla:
“Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremezsiniz.”

Ve Yahya Kemâl, hiçbir zaman Celile Hanım’a evlilik teklifi etmeye cesaret edemez.

Ayrılırlar.

Celile Hanım’ı Heybeliada’dan uğurlarken yazar Sessiz Gemi’yi de:
“Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.” diye başlayarak…

Yahya Kemâl’in cebine o notu bırakan ve bu evliliğe karşı çıkan öğrencisi de kimdir biliyor musunuz?
Nâzım Hikmet.

*

Varşova'dan bir görselle ve Yahya Kemâl’in en sevdiğim iki dizesi ile bitireyim:

Yürü! Hür maviliğin bittiği son hadde kadar.

İnsan âlemde hâyâl ettiği müddetçe yaşar.



(Fotoğraflar için Instagram hesabım: @damlatantekin)

Damla Ömür Tantekin

Founder of D Strategy | Advisor&Writer | Speaker