DEVLET Mİ ÖNEMLİ, DEVLET BAŞKANI MI?

“Allah devletimize zeval vermesin” diye dua edile gelmiştir.

DEVLET Mİ ÖNEMLİ, DEVLET BAŞKANI MI?

DEVLET Mİ ÖNEMLİ, DEVLET BAŞKANI MI?

Dikkatinizi çekmiştir. Son iki yılda devletin resmi bildirilerinde, kamu spotlarında, yandaş medyada, bakanların, iktidar partisi yetkilileri ve milletvekillerinin her beyanatında, mutlaka Cumhurbaşkanından bahsediliyor. “Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde ve O’nun talimatlarıyla” diye başlayan övgü, minnet ve sadakat duygularının beyanı adeta bir ritüel olarak tekrarlanıyor.

İçişleri Bakanı S. Soylu’dan ve başka bazı kamu görevlilerinin, “Türk Milletine ve devletimize sadık kalacağım” demesi gerekirken, "Cumhurbaşkanına karşı hayatımın sonuna kadar sadık kalacağım” dediğini duyduk.

Eskiden Azerbaycanlı kardeşlerimizle yaptığımız toplantılar ve sohbetlerde duymaya alıştığımız “Hörmetli Cenab Prezidentimizden İlham ve destek alaraq” diye başlayan övgü cümlelerini de aşan bir uygulama bu. Azerbaycan’da Prezident’e övgü biraz abartılsa da, “dövlet” önemini hiç kaybetmeyen bir kavramdır.

Osmanlı tarihi boyunca padişahlar için “Şevketlü, kudretlü, mehâbetlü, azametlü hünkârım hazretleri” gibi sözlerle başlayan uzun övgü, minnet ve sadakat ifadeleri kullanılırdı.

Cumhuriyet döneminde “mülkün (devletin) sahibi” olan “padişah” yerine, milletin temsilcilerinin seçtiği “Reis-i Cumhur” geldi. Devlet Başkanına hitap tarzı Osmanlı’dakine nazaran çok sadeleşti.

Atatürk için, “Reis-i Cumhur Gazi Paşa Hazretleri”, İsmet İnönü için “Başvekil İsmet Paşa Hazretleri” gibi hitaplarda bulunulmuşsa da, Türk Devleti ve Türk Milleti kavramları daima şahısların üstünde bir değer olarak kullanılmıştır.

Milletimizin kurtarıcısı ve devletimizin kurucusu Atatürk hakkında padişahlar için kullanılan sıfatlar kullanılmamıştır. Bilakis Atatürk demeçlerinde daima Türk Milletini öne çıkarmış, yapılan büyük ve faydalı işlerin “milletin azim, kararlılık, çalışkanlık ve fedakârlığının ürünü olduğunu” vurgulamıştır. Övgü, minnet ve sadakat ifadelerini, Atatürk Türk Milletine hitaplarında kullanmıştır.

1950’li yıllardan günümüze kadar, dünyadaki gelişmelere paralel olarak, devleti yönetenlerin geçici olarak kamuya hizmetle görevli kişiler olduğu kabul edilmekte. “Sayın Cumhurbaşkanı veya Sayın Başbakan” gibi yalın hitap tarzlarıyla anılmaktadır.

Devletin yaptığı hizmetler için “Reis-i Cumhur veya Başvekil Hazretlerine” değil, devlete şükran ve minnet duyguları ifade edilmiş, “Allah devletimize zeval vermesin” diye dua edile gelmiştir.

Çünkü devletin var olma sebebi millete hizmettir. Milletin faydasına olan hizmetleri, Cumhurbaşkanının lütfu veya ihsan-ı şahanesi değildir. Görevinin gereğini yapmaktan ibarettir. Çünkü onlar da sadece birer kamu görevlisidir.

Elbette Cumhurbaşkanlığı makamı çok değerli ve saygın bir makamdır. Cumhurbaşkanı (özellikle yeni sistemde) çok geniş yetki ve sorumlulukları üstlenmiştir. Ancak asıl olan, kalıcı olan devlettir, millettir.

Cumhurbaşkanı devletin sahibi değildir, devlet görevlisidir. Cumhurbaşkanının liderliği çok iyi ve O’nun talimatları fevkalade doğru da olsa, kullandığı kaynaklar milletin, temsil ettiği güç devletin gücüdür. Bu yüzden sadakat şahıslara değil, devlete ve millete olur.

Bu bakımdan devlet kavramı yerine Cumhurbaşkanını öne çıkarma gayretlerini, çağdaş demokrasi anlayışından uzaklaşma ve padişahlık özlemlerine bağlıyorum.

*******************************

LİDERLER İYİ, ETRAFI KÖTÜ

Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’a yıllardır oy verenler, yapılan vahim hatalar ve kötü yönetimden şikâyetçi de olsalar, doğrudan “Tayyip Bey’i” değil, “etraf”ını eleştiriyorlar.

Etrafındaki liyakatsizler, yolsuzluk yapanlar, pkk-severler ve FETÖ’cülerden yakınıyorlar.

Aynı durum diğer siyasi parti liderleri için de geçerli. CHP ile İYİ Parti’de ve diğer siyasi partilerde de lideri eleştiremeyenler “etrafını” tenkit ediyorlar.

Oysaki o eleştirilen “etraf”, bizzat eleştiriden muaf tutulan, “lider”in kendi tercihidir. Artık vesayet makamı olan güçler de kalmadığına göre, kimse onlara bu etrafı tercih etmesi için silah zoruyla baskı yapmamıştır.

Eğer “etraf kötü” ise lider kötü tercih yapmıştır.

Tamam, her kurumda ve her durumda liderin etrafını kuşatan “her devrin adamı”, “yalaka”, “kurnaz”, “siyasetin ayak oyunlarını bilen”, “dalkavuk” insanlar olur.

Neticede liderler de insandır, nefis sahibidirler. Bu yüzden etrafını saran mahlûkların iltifat, övgü ve “yalakalıklarından” hoşlanmasını pek yadırgamayabiliriz.

Ama etrafın yanlış kişilerden oluşmasının sorumlusu bizzat bu kişileri tercih edendir.

Liderlik, etrafını iyi ve doğru insanlardan oluşturmakla başlar.

“Lideri yanıltan etraf”ın olduğunu söyleyenler,  liderin “yanıltılabilir” olduğunu da söylemiş oluyorlar. Bunu söyledikleri zaman da “lider” rahatsız oluyor.

Elbette liderler de insandır. Yanılabilir ve yanıltılabilirler. Nitekim Tayyip Erdoğan da “çözüm sürecinde” ve FETÖ ile münasebetlerinde yanıldığını ve yanıltıldığını itiraf etti.

Liderlerin yanılma ve yanıltılmaların faturasını millet öder.

Yetki verdiğimiz kişilerin en az yanılmaları veya yanıltılmaları için etrafında her zaman doğruyu söyleyebilecek, ortak akıl ve vicdana davet edebilecek gerçek dostlara ihtiyacı vardır.

Ülkede veya partilerin içinde mutsuz insanların sayısı çok artmışsa, liderlerin etrafını gözden geçirmesi zamanı çoktan gelmiş demektir.

 

Ruhittin Sönmez

29.06.2020