“COVID-19 aşısının küresel kamu malı olabilmesi için fiyatının düşürülmesi gerekiyor’’

Aşı karşıtlığı ile mücadelede bilimsel bilginin toplumla paylaşılması çok önemli

“COVID-19 aşısının küresel kamu malı olabilmesi için fiyatının düşürülmesi gerekiyor’’

Sağlık politikaları ve toplumsal eşitsizlikler alanında çalışmalara imza atan Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politika Anabilim Dalı öğretim üyesi ve Sosyal Politika Forumu Merkez Müdürü Doç. Dr. Volkan Yılmaz, COVID-19 aşısına küresel düzeyde adil erişimin nasıl sağlanabileceğini değerlendirdi.

 

COVID-19 için geliştirilen aşılarda en önemli sorunun güvenilirliği ve etkinliği kanıtlanmış aşıların fiyatlarının yüksek olması olduğunu belirten Doç.Dr. Volkan Yılmaz, aşıya küresel düzeyde adil erişim için aşı fiyatlarının düşürülmesi gerektiğini söyledi. 

Küresel dağıtımdaki mevcut modelin sorunlarına dikkat çeken Yılmaz, saptamalarını şöyle sürdürdü:  ‘’Onay almış bir aşının kamuoyuna açıklanan fiyatı kabaca dünya toplumunun onda birinin bir aylık gelirine denk. Somali’de kişi başına düşen yıllık gayrisafi yurt içi hâsıla yaklaşık 10 aşının fiyatına karşılık geliyor. Bu durumda Somali bu aşıyı muhtemelen alamayacak. Avrupa Birliği ise bir aşıyı açıklanan fiyatının yarısının da altında bir fiyatla alacak. Kanada ise nüfusuna gerekenin en az üç katı aşı sipariş etmiş durumda. Bu istifçilikten başka bir şey değil. Ayrıca aşı siparişinde bu rekabet ortamında yer alamayan da epeyce ülke var. Nihayetinde bu rekabette yer alabilmek için ülkenin ekonomik olarak güçlü olması gerekiyor.

Düşük gelirli ülkelere aşı ulaştırmakla ilgilenen pek kimse yok ama dünya ortalamasından üç kat zengin olan AB aşıyı yarı fiyatına alabiliyor. Tek başına bu örnek bile mevcut dağıtım modelinin ne kadar problemli ve adaletsiz olduğunu gösteriyor’’ saptamasını yaptı.

‘’Patent muafiyeti ile üretim hızlanır, fiyat düşer’’

Mevcut aşıların fiyatlarının düşürülmesinin patent haklarının askıya alınması veya COVID-19 aşısının küresel bir kamu malı haline getirilmesi yoluyla mümkün olabileceğini belirten Yılmaz, ‘’Mevcut fikri mülkiyet ve ticaret rejimi aşıyı geliştiren firmalara patent hakkı tanıyor ve bu hak 20 yıl süreyle bu ürünler üzerinde tekel kurma hakkı sağlıyor. Hâlbuki aşı ve birçok medikal ürün bir kez bulunduktan sonra bu ürünlerin yeniden üretilme maliyeti çok daha düşük. COVID-19 aşısının patent hakkının askıya alınması halinde çok daha az maliyetle ve çok daha fazla coğrafyada aynı anda üretime geçilmesi mümkün olabilir. Tabii bu durumda da güvenilirlik ve etkinlikten taviz verilmemesi için gerekli tedbirlerin alınması gerekecek’’ diye devam etti. 

Geçmişte HIV enfeksiyonunun kontrol altına alınmasına yarayan antiretroviral ilaçlara erişimin, bu enfeksiyondan muzdarip olan kalkınmakta olan ülkeler açısından ciddi bir sorun olduğunu hatırlatan Yılmaz, bu sorunun 1995 yılında yürürlüğe giren Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Hakları Anlaşması ve 2001 yılında gerçekleştirilen Dünya Ticaret Örgütü Bakanlar Konferansı Doha Deklarasyonu ile aşıldığını belirterek sözlerini şöyle sürdürdü:   ‘’Doha Deklarasyonu’nda ulusal tıbbi aciliyet söz konusu ise zorunlu lisans yoluna gidilebileceği açıkça belirtilmişti. Bu, küresel ticaret rejimin içinde önemli bir istisnaydı. Brezilya ve Tayland gibi ülkeler bu kanalı kullanarak antiretroviral ilaçları toplumları için geçmişe oranla çok daha erişilebilir kıldılar’’.

Aşının tüm dünya toplumu için erişilebilir hale getirilmesi sorununun çözümü için patent muafiyetine başvurulabileceğini belirten Yılmaz, bu sayede aşıda üretim kapasitesinin hızla yükselip fiyatının düşmesinin mümkün olabileceğini kaydetti.

‘’Aşı kampanyası şeffaflıkla yürütülmeli’’

Şeffaf Aşının ülkeye getirilmesi konusunda Türkiye’deki çalışmalara da değinen Volkan Yılmaz, değerlendirmelerini ise şöyle paylaştı: ‘’Bildiğimiz üzere, şu an için iki aşıyla anlaşma söz konusu. Ülkemize gelecek doz sayısının toplumun üçte birine yeteceği öngörülüyor. Dolayısıyla daha fazla aşı satın almamız gerekiyor.  Aşılama kampanyasına geçildiğinde önceliklendirmenin riske göre yapılması çok önemli. Sürecin azami şeffaflıkla yürütülmesi gerekiyor. Önceliklendirme mantığının kamuoyuna çok iyi açıklanması gerekiyor.  Aşılamanın kamu tarafından bu önceliklendirmeye sadık kalınarak yürütülmesi gerekiyor. Bu süreçte aşının eşzamanlı bir biçimde piyasa yoluyla elde edilmesi ve özel sağlık kuruluşlarınca yapılması gibi bir durum yaşanmamalı; böyle olması durumunda kamunun adalet duygusunu önemli ölçüde zedelenecektir’’.

Türkiye’nin aşılama kampanyasında birinci basamak sağlık hizmetleri ve aile hekimliği gibi yapıların eşgüdüm içinde çalışabilmesi açısından avantajlı olduğunu belirten Yılmaz,  ‘’Ancak aşılama kampanyasında organizasyonel sorunları mutlaka hesaba katmak gerekecek. Mesela bir nedenle aile hekimliğine kaydı bulunmayan ya da artık aile hekimliği kaydının bulunduğu yerde ikamet etmeyen kişilere de mutlaka ulaşılması gerekecek’’ ifadelerini kullandı.

Aşı karşıtlığı ile mücadelede bilimsel bilginin toplumla paylaşılması çok önemli

Öte yandan dünyada çok ciddi bir aşı karşıtlığı olduğunu da hatırlatan Volkan Yılmaz, ‘’Bilimsel bilgi topluma ne yazık ki çok zor sirayet ediyor. Komplo teorileri ve yanlış bilgiler anlaşılması çok daha kolay mesajlara sahip ve hızla yayılabiliyor. Bu durum da aşı tereddüdünü besliyor. Aşı tereddüdü bazı ülkelerde daha düşük eğitime sahip ve sosyo ekonomik olarak dezavantajlı azınlık grubuna sahip kişiler arasında daha yaygın görünüyor. Bu tereddütler giderilemezse aşı ücretsiz bir şekilde ulaşılabilir hale getirilse bile daha dezavantajlı konumdakiler aşıya daha uzak durabilirler. O yüzden bilimsel bilginin anlaşılabilir şekilde toplumla paylaşılması ve aşı tereddüdün giderilmesine yönelik bilgilendirme kampanyaları çok önemli’’ diye ekledi.