ÇANAKKALE GEÇİLMEZ NESLİ

“Ben size taarruz değil, ölmeyi emrediyorum

ÇANAKKALE GEÇİLMEZ NESLİ

12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasında İsviçre'nin Zürih şehrinde geçirdiğim günler içerisinde merkez tren istasyonu yakınında bulunan bilinen bir "fırka"ya bağlı Camii'ye Cuma Namazı için gitmiştim. Namaz öncesinde cemaat kantinde kendi arasında sohbet edip, tartışıyordu. Tartışma mevzu Askeri Darbenin sebepleri arasında zikredilen Konya mitinginde İstiklal Marşı karşısında gösterilen oturma eyleminin doğru mu yanlış mı olduğu hususu idi.

Cemaatin büyük bölümü; "Müslüman ancak Allah'a karşı saygı gösterir, İstiklal Marşı'na saygı gösterilmez." görüşünü savunuyordu. Bir ara tartışma öyle bir hal aldı ki, Mehmet Akif'in "Çanakkale Destanı" şiirinde "Bedir'in arslanları ancak o kadar şanlı idi." mısrası ile küfre sapmış olduğu iddiası ortaya konuldu. Bu görüş küçümsenemeyecek sayıda taraftar da buldu. O günkü şartlarda daha fazla sabredemeyerek ben de söze karıştım. Oradaki cemaate Allah Resulü'nün: "Bir kişi bir kimseye küfür isnadında bulunursa, ikisinden biri kafir olur." şeklindeki Hadisini hatırlattım ve Müslümanın daima ihtiyatlı konuşması gerektiğini yumuşak bir üslup ile ifade etmiştim.

O zaman yaşadığım bu olayla, Türk Milletini çevreleyen dıştan ve içten gelen tefrikanın ne kadar tehlikeli ve cehalet boyutlarına ulaşmış olduğuna bilfiil şâhit olmuştum.

İslam'da cemaat şuurlu topluluk demektir. Asli unsurlarından çok uzaklarda bulunan böyle şuursuz bir topluluk elbette ki, "Çanakkale Destanı"nı anlayamazdı, onun gerçek manasını idrak edemezdi.

Halbuki, Çanakkale Zaferine yakışacak kadar muhteşem ve anlamlı mısralarla örülü "Çanakkale Destanı" isimli abide şiirini meydana getiren merhum Mehmet Akif, Çanakkale'yi geçilmez kılan ruh ve şuuru temsil eden "Asımın Nesli" olarak adlandırdığı bütün Türk nesillerini gayesinin muhatabı görüyordu.

Türk kahramanlık ruhunu bütün ihtişamıyla yansıtan çanakkale müdafası, son yüzyılların savaş tarihinde parlak bir yer tutar. Tıpkı, Akif'in "Gömelim gel seni tarihe! desem, sığmazsın" tabiriyle ifade ettiği gibi, ancak ebediyetlere sığacak kadar büyük bir destandır..

ÇANAKKALE ZAFERİ

Çanakkale Savaşları, Birinci Dünya Savaşı'nda boğazları geçerek İstanbul'u işgal etmek ve kendisiyle birlik olan Rusya'ya yardım etmek isteyen İhtilaf Devletleri (İngiltere ve Fransa) kuvvetleri ile vatanlarını savunan Türk kuvvetleri arasında yapılmıştır.

Osmanlı Devleti bir oldu bittiye getirilerek İttifak Devletleri'nin (Almanya, Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan) yanında Birinci Dünya Savaşı'na girmişti. Şöyle ki; Akdeniz'de İhtilaf Devletleri'nin donanması önünden kaçan Goben ve Breslav isimli Alman savaş gemileri dokuz günlük bir kovalamanın sonunda 10 Ağustosta Çanakkale Boğazı önlerinde gelmiştir. Gemilerin Osmanlı Devletince satın alındığı 11 Ağustosta ilan edilmiştir. Gemilere Osmanlı bayrağı çekilir, Goeben'in adı Yavuz ve Breslau'nun adı da Midilli olmuştur.

Yavuz ve Midilli’nin de içinde bulunduğu on bir parça gemiden oluşan bir Osmanlı filosunun Amiral Souchon komutasında 29 Ekim 1914 günü Karadeniz'e açılması, Osmanlı'nın fiilen savaşa girmesi sonucunu doğurmuştur. Bu gemiler İstanbul Boğazı açıklarındaki Rus gemilerine ateş açtıktan sonra Karadeniz'in kuzey kıyılarındaki Odessa, Sivastopol, Norvosiski ve Feodosya limanlarını 29-30 Ekim gecesi bombalamışlardır

Rusya'nın askeri tepkisi 1 Kasım 1914 günü Kafkasya üzerinden Osmanlı topraklarına taarruz etmek olmuştur. Aynı gün İngiliz gemileri İzmir ve Kızıldeniz'deki Akabe limanlarını bombaladılar. İki gün sonra 3 Kasım'da İngiliz birlikleri Basra Körfezi'nde Osmanlı topraklarına çıkarıldılar. Aynı gün iki İngiliz ve iki Fransız savaş gemisi Çanakkale Boğazı'ndaki Seddülbahir ve Kumkale istihkamlarımızı bombaladı. 5 Kasım 1914 tarihinde de İhtilaf Devletleri Osmanlı Devleti'ne resmen savaş açtı. Biz de 11 Kasım 1914'de Rusya, İngiltere, İtalya ve Fransa'ya resmi harb ilan ettik.

19 Şubat 1915'te başlayan kanlı Çanakkale muharebeleri karada, havada ve denizde yaklaşık bir yıl sürdü. 18 Mart 1915'te İhtilaf Devletleri 16 zırhlı savaş gemisinden oluşan güçlü bir donanma ile boğazları aşıp İstanbul'a ulaşmaya kalkıştılar.

Ancak; 17 Mart'ı 18 Mart'a bağlayan gece "Nusret" mayın gemimizin döşediği mayınlara ve düşman bombardımanının susturamadığı Türk kıyı bataryalarının isabetli atışlarına hedef olan 3 savaş gemileri batarak ve bir o kadarı da ağır hasar alarak devre dışı kaldı.

Çanakkale Boğazı'nı aşıp İstanbul'a ulaşamayacağını anlayan düşman, ağır kayıplar vererek, içeri girdiği Çanakkale Boğazı'ndan geri çekilmek zorunda kaldı.

Deniz kuvvetlerinin başarısızlığa uğraması üzerine, karadan 25 Nisan'da Saros'a, 26 Nisan'da Kumkale'ye, 27 Nisan'da Seddülbahir ile Teke Burnu arasına asker çıkaran İhtilaf kuvvetleri, buralarda da oldukları yerlerden ileriye gidemediler.

Ardından 7 Ağustos 1915'te Sulva'ya asker çıkarılmasıyla başlayan Anafartalar Muharebesi, 10-14 Ağustos Kocaçimen, Conkbayırı, Kanlısırt Muharebeleri, 14-21 Ağustos Kirlitepe, Kanlıtepe, Aslantepe Muharebeleri'nde de düşman kuvvetleri büyük bir bozguna uğratıldı.

Çanakkale muharebelerinde Gazi Mustafa Kemal Paşa 25 Şubat'tan 10 Aralık 1915'e kadar 9 ay 13 gün görev yapmıştır. Denizden karaya çıkartma yaparak saldıran düşmanlara karşı koyarken cephede askerlerine, savaş tarihine geçen şu emri verir: “Ben size taarruz değil, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında, başka kuvvetler ve komutanlar yerimizi alabilir.”

Neticede; irili ufaklı toplam 231 gemi, 1155 topun metrekareye 6000 mermi isabet ettirdiği Çanakkale Savaşları'nda istediği amaca ulaşamayan İtilaf Devletleri 20 Aralık 1915'te Gelibolu Yarımadası'ndan gizlice çekilmeye başladı. 10 Ocak 1916'da mağlup olarak Çanakkale önlerinden tamamen çekilip gitti.

Çanakkale Savaşları üzerine; Müttefik Orduları Başkomutanı İngiliz General Jean Hamilton Çanakkale ruhundan şöyle bahsediyordu:

“… Evet, insan ruhunu yenmek mümkün olmuyor. Dünyada hiçbir ordu bu kadar sürekli ayakta kalamaz. Sadece bugün 1800 şarapnel attık. Aylardan beri gece gündüz savaş gemilerimiz mevzilerini bombalıyor. Son derece hırpalanmış Türkleri koruyan Cenab-ı Allah’larından ayırmak için başka ne yapılabilir!...”

Yine Beşinci Osmanlı Ordusu Kumandanı Alman Mareşal Liman von Sanders şu cümlelerle Çanakkale destanını ifade etmiştir:

“Bir asker için mutluluk denen bir şey varsa, Türk’lerle omuz omuza savaşmaktır diyebilirim. Fakir insanlardı; buğday kırığından yapılmış çorba en önemli yemekleriydi; sağlıksız su içerlerdi; çamur barınaklarda yatarlardı; fakat en modern silah ve araçlarla donanmış düşmanlarına karşı aslanlar gibi savaşırlardı… Bu insanların kalplerinde sadece ve sadece ulvî bir vatan sevgisi vardır. Ölüme onlar kadar gülümseyerek giden bir millet ferdi daha göremedim” demiştir. (Mehmed Niyazi Çanakkale Mahşeri kitabından)

.EY DESTANLAŞAN NESİL!

Rehberiniz yüce Kur'an, ihtiyarı, genciniz,
O Çanakkale'ye gidip, bir daha dönmediniz..!

Her saat başı yaklaşık 40 yiğidin şehit verildiği Çanakkale Savaşı; ölüme kucak açan bir milletin büyük zafer destanıdır. Çanakkale Türk'ün asil kanlarıyla destan yazdığı yerdir. O gün şölene gidercesine ölüme giden kahramanlarımız; bilenler ellerindeki Kuran-ı Kerim'i okuyarak ve bilmeyenler Kelime-i Şehadetler getirerek Şehadet mertebesine erdiler. O günün dünyasının en güçlü devletlerinin 600 bin civarındaki muazzam kuvvetlerinin vahşice saldırıları karşısında, sayıca düşmanın yarısı kadar olan Türk kuvvetlerı, emperyalistlere Çanakkale'yi geçilmez kıldılar.

Bu savaşta İngilizlerin kaybı 205 bin, Fransızların 47 bin, Osmanlı Devleti'nin ise yaklaşık 250 bin kadardır. Çanakkale Zaferi; Vatan, Millet, Din, Devlet ve Allah için bir daha dönmeyi düşünmeden cepheye koşan, ölüme meydan okuyan ve onu hoş geldin sefa geldin rahatlığıyla karşılayan Türk'ün ve Kahraman Türk Ordusu'nun eseridir.

Çanakkale Cephesi kumandanları genel kurmaydan savaşacak Türk Ocaklı gençler istemişlerdi. Çünkü ölüme tebessüm eden, bambaşka bir ruh taşıyan, dirayetli bu ocaklı kahramanlardan muharebelerde düşman yılgınlığa düşüyordu.

Türk Milliyetçiliği idealine sahip Türk Ocaklı büyük bir neslin özünün gömüldüğü Çanakkale Savaşları; Türklerin idealleri uğrunda savaştıkları zaman hiç bir beşeri kuvvetin önünde eğilmeyecekleri ve asla mağlub edilemeyecekleri gerçeğini bütün dünyaya apaçık ispatlamıştır.

Büyük vatansever şair Yahya Kemal Beyatlı Çanakkale Zaferimizi;

''Şu kopan fırtına Türk Ordusudur Yârabbi!
Senin uğrunda ölen ordu budur Yârabbi!
Tâ ki, yükselsin ezanlarla müeyyed Nâmın,
Galip et, çünkü bu son ordusudur İslam'ın."

Muhteşem ifadesinde dile getiriyordu.

Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy ise, büyük abide eseri Çanakkale Destanı şiirinde;

"Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi,
Bedr'in arslanları ancak bu kadar şanlı idi."
Mısralarıyla Çanakkale şehitlerini yüce sahabelere denk tutuyordu. Çünkü Çanakkale şahlanışında payı bulunan büyük dava ve iman adamı Akif biliyordu ki; şanlı Peygamber'imiz (S.A.V.) bir mübarek hadislerinde: "Öyle bir zaman gelecek ki, o zaman İslam uğruna savaşanlar Bedir şehitlerinden üstün olacaklar." buyurmuştu.

Mehmet Akif'in ideallerinin temsilcisi Âsımın Nesli, Çanakkale'de emperyalizme ve küfre geçit vermemiş, gösterdiği eşsiz kahramanlıklara denk, yüce Ashab-ı Kiram ile özdeşleşmişti.

Bedr'in arslanlarına denk, aynı ruh ve şuuru taşıyan Âsım'ın Nesli Ülkücüler'dir.

Âsım'ın Nesli olan Ülkücüler; Türk İslam Ülküsü uğrunda canından, kanından, istikbalinden vaz geçerek ve yaptığı büyük fedakarlıklarla Sahabe'nin günümüzdeki takipçisi olduğunu ispatlamıştır.

Bu Dava bizlere Cenab-ı Allah'ın bir ihsanı ve şanlı ecdadımızın emanetidir. Ülkücüler Sancağı nesiller boyu elden ele taşınacak ve Sûr'a üflenene dek dalganacaktır inşallah.

Türk İslam Ülküsü Mücadelesi'nin yetiştirmiş olduğu bu ilim ve iman ordusunun, bir başka deyişle Çanakkale Geçilmez Nesli olan Ülkücü kadroların yaklaşan ayak seslerini saygıyla ve muhabbetle selamlıyorum.

Hasan KÜÇÜK

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, ayakta, gökyüzü, bulut ve açık hava