BÜYÜK TAARRUZ’DAN TÜRK DEVLET FELSEFESİ ÇIKARMAK

Büyük Taarruz tecrübesinin bize öğrettiği devlet felsefesi ilkeleri:

BÜYÜK TAARRUZ’DAN TÜRK DEVLET FELSEFESİ ÇIKARMAK
BÜYÜK TAARRUZ’DAN TÜRK DEVLET FELSEFESİ ÇIKARMAK
Nurullah Çetin
Devlet, ortak kültürel, sosyolojik, hukuki, ekonomik, siyasi değerler etrafında kümelenen bir milletin, sahibi olduğu kendi vatanı üzerinde kendi bağımsız iradesiyle teşkilatlandırdığı idare sisteminin adıdır. Buna göre bağımsız devlet; değerleri olan millet ve onun özgür vatanı olmadan olmaz. Bu çerçevede Türklük ve Müslümanlık değerleri etrafında kümelenen şuurlu bir millet olan Türk milleti, sahibi olduğu vatanı olan Anadolu’yu ve kendi bağımsız iradesiyle şekillendirdiği millî devletini tekrar kazanmak için kutlu ve destansı bir Millî Mücadele vermiştir. Büyük Taarruz da bu mücadelenin son aşamasıdır.
Büyük Taarruz, sadece Türk kahramanlığının sergilendiği ve zaferle sonuçlanan bir savaş değildir. Bundan öte bir anlamı ve işlevi vardır. Bir laboratuvar olarak alabileceğimiz bu büyük ve kutlu savaştan, yaşanan tecrübelerden ve yapılan iş ve konuşmalardan bağımsız ve millî Türk Devletinin üzerine temelleneceği temel ilke, değer ve umdeleri çıkarabiliyoruz.
Bu bakımdan Türk Devletini yöneten ve yönetmeye talip olanların bu savaşa bir de bu boyutuyla, bu gözle bakması gerekiyor. Büyük Taarruz tecrübesinin bize öğrettiği devlet felsefesi ilkeleri:
1.Millî İrade ve Ortak Akıl: Büyük Taarruz bir diktatörün, bir padişahın, bir kralın, tek bir kişinin karar alıp dayattığı ve uyguladığı bir savaş değil, ortak aklın ve millî iradenin bir ürünüdür. Herşeyden önce savaş kararı ortak aklın ve millî iradenin kurumsal şekli olan Türkiye Büyük Millet Meclisinde alındı. Ayrıca Atatürk, 4 Ekim 1922 günü TBMM’de Büyük Taarruz hakkında yaptığı bir konuşmada bu savaşın planlama ve uygulamasında rol alan herkesin adını ve konumunu zikretmiş ve şöyle demiştir:
“Kemal-i hürmet ve tebcil ile zikretmek mecburiyetindeyim ki, doğrudan doğruya harekât-ı askeriyye ile alâkadar ve bunu ihzar ve idareye memur olan her üç zat da benimle tamamen hemfikir idiler. Zikretmek mecburiyetindeyim ki, aynı kuvvet ve kanaatle bana iştirak eden bu zevattan birisi muhterem Erkânı Harbiye-i Umumiye Reisi Fevzi Paşa Hazretleridir (alkışlar). Diğeri Garp Cephesi Kumandanı ismet Paşa ve üçüncüsü de Müdafaa-i Milliye Vekili Kâzım Paşa Hazeratıdır. (Alkışlar). Ordu kumandanları paşalar hazerâtı ile kolordu ve fırka kumandanları harekâtı büyük bir cesaret ve meharetle idare etmişler ve diğer bütün cüzütam kumandanları da şayan-ı gıpta ve sitayiş bir hiss-i fedakârî ile ifa-yı vazife eylemişlerdir.”
Bu söz ve uygulamalardan anlaşılıyor ki Türk Devleti monarşi ile, padişahla, tek kişi iradesinin tahakkümü demek olan diktatörlükle yönetilemez. Türk Devlet yönetiminde Türk milletinin tamamının ve o mümkün olmazsa temsilcilerinin ortak irade ve aklıyla, onun kurumsal şekli olan meclisle yönetilir. Nitekim Millî Mücadeleyi yürüten de Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Kurulan devletimizin rejiminin adı da Cumhuriyettir.
2.Ehliyet ve Liyakatı Esas Alma: Atatürk yine aynı konuşmasında şu cümleye yer veriyor: “Efendiler; taarruzumuz, öteden beri Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Paşa Hazretlerinin pek derin ilme ve vukufa ve pek derin feyiz ve tecâribe müsteniden ihzâr ettiği plan dâhilinde vuku bulacaktı.”
Demek ki Türk devlet idaresini deruhde eden ordudan maliyeye, eğitimden tarıma, dışişlerinden içişlerine kadar bütün kurumların yönetimi, eş dost akraba, aşiret, partidaş vs gibi özellikleri olanlara değil; sadece şu dört özelliğe sahip olan kişilere verilir:
a.İlim: Bilgili, alanında uzman olacak,
b.Vukuf: Alanıyla ilgili her konudan haberdar olacak, uyanık, tedbirli, öngörülü, sezgi gücü yüksek olacak,
c.Feyiz: Ahlaklı, dürüst, güvenilir, devlet millet malını parasını çalmayan çırpmayan, haram paraya tevessül etmeyen, görevine bağlı ve yetkisini kötüye kullanmayan kişi olacak.
ç.Tecrübe: Acemi olmayacak, görmüş geçirmiş, yaşamış, deneyimli olacak.
3.Tehditleri Bertaraf Etmek: Devletin birinci görevi milletin mal, can, namus emniyetini sağlamaktır. Bu üç temel değerimiz için tehdit oluşturan bütün oluşumlar, düşmanlar ve düşmanlıklar demokratik bir hoşgörü içinde korunamaz, bilakis yok edilir.
Nitekim Atatürk yine aynı konuşmasında şu cümleye yer verir: “Bu plan, düşman ordusunu kaçırmak için değil, fakat tutup boğmak esasını ihtiva eden bir plandı.”
Demek ki Türk milletinin;
a.malına yani yeraltı ve yerüstü bütün zenginliklerini yağmalayan,
b.canına kasteden yani hem öldürmeye teşebbüs eden hem de sağlığıyla oynayan,
c.namusuna yani Türk milletinin hem cinsel kimliğine, kişiliğine, hem dininden bayrağına, kültüründen diline, edebiyatından âdetlerine geleneklerine kadar millî namusunu teşkil eden bütün manevi ve millî değerlerine düşman olanlar, yerli yabancı düşman odaklar, sapık ve zararlı düşünceler, felsefeler, ideolojiler, PKK gibi örgütlenmeler biraz öteye kaçırılıp orada tutulmaz; ancak sadece tutulup boğulur yani yok edilir. Bizi her anlamda yok etmeye çalışanlara karşı demokratik hoşgörü olmaz.
4. Yakın Takip: İyi bir devlet yönetimi, işlerin bizzat içinde olmayı ve yakın takibi gerektirir. Nitekim Büyük Taarruz’da Yunan başkomutanı İzmir’de iken Türk Başkomutanı bizzat ordularının başında ve savaşın içinde idi. Atatürk aynı konuşmasında şöyle devam eder:
“Bu harekâtı yakından sevk ve idare etmek bittabi matlup ve mültezem olduğundan, Başkumandanlık, Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti ve Garp Cephesi Kumandanlığı 26 Ağustos günü fecirle beraber, Birinci Ordunun tarassut noktası olan Kocatepe‘de hazırdılar. (…) Ağustosun 30 uncu günü bu ihata hareketini katî bir semere ile ikmal etmiş olmak için, muharebatı yakından temaşa ve sevk u idare etmek, muvafık görüldü.”
5. Manda ve Himayeye Karşı İstiklal ve Özgüven: Büyük Taarruz’un amaçlarında biri, vatanı ve devleti korumaktı. Türk’ün vatan topraklarını bölmeden tekrar Türk milletine vermek ve bağımsız Tük iradesinin belirleyici olduğu Türk idaresi demek olan bağımsız devletini yeniden kurmaktı. Özgür vatan ve bağımsız devlet olmadan Türk milleti diye bir kavramdan bahsedilemez.
Bağımsız bir devlet kendi imkanlarına, kendi varlığına güvenecek, özgüveni tam olacak. Korkarak, acizlik göstererek başka devletlerin himayesine ve mandasına girmeyecek, sömürge olmayacak, cesaretle bağımsızlığını koruyacaktır. Her işini kendisi görecek, kurumlarını, değerlerini, yabancı devlet ve kurumlara devretmeyecektir. Nitekim Fevzi Çakmak, Cumhuriyet gazetesinin 04.09.1024 günlü sayısında yayımlanan Büyük Taarruz’la ilgili hatıratında şöyle der:
“Dumlupınar Zaferinin Türk milletine temin ettiği en büyük kazanç, tahakkuk ve teeyyüd etmiş bir itimad-ı nefstir ve bu itimad-ı nefs kaziyyesi herhangi bir milletin hayat ve i’tilasında şart-ı esasidir. Dikkat ettiniz mi, hariçten beş para almaksızın İstiklâl Harbi’ni bu kadar mutantan bir zaferle intaca muvaffak olan millet, bilhassa ondan sonra, o zamana kadar kendisinin yapamaz zannolunduğu, hatta bi’n-nefs kendisinin yapamaz zannettiği birçok işleri, hatta her şeyi bizzat kendisinin yapacağına kanaat ve imanı ile yürümeye başlamıştır. Geçen seneki şimendifer münakaşalarında gördük, milletin ekseriyeti, hattı biz alırız ve kendimiz işletiriz davasını kuvvetle tuttu ve kuvvetle yürüttü. Nitekim işte Anadolu demiryolları Türklerin elinde pekâlâ işlemekte bulunuyor. Her neden bahsederseniz milletin sinesinden: “Onu da, ötekini de, öbürünü de biz yaparız” diye âdeta heyecan halinde bir itimat yükseliyor. Hayat ve itilanın sırrı işte buradadır. Bu kadar azim ve iman ile onu ben yaparım itimadına tekabül eden her işin mutlaka yapılabileceğinde ise iştibaha mahal yoktur: İşte bence Büyük Zafer’in en büyük neticesi…”
6. Her Zorluğun Üstesinden Gelecek İstiklalci Azim ve İrade Sahibi Olmak :
Fevzi Paşa aynı hatıratında şöyle der: “Yunanlılar Türk milletinin uzun bir seferden yorgun argın çıktığını ve elinde silâhı falan da kalmamış olduğunu nazar-ı dikkate almakla iktifa etmişlerdir. Hâlbuki harbi yapan, silâh kadar, belki daha ziyade bir milletin azim ve iradesidir. Eğer bu sonuncusu varsa silâh ve saire gibi maddiyata taalluk eden şeylerin tedariki güç olmaz. Güç de olsa yine bulunur ve yine vatanın ve millî hayatın emrettiği vazife kahru müttehir, behemehal ifa olunur. Nitekim işte böyle oldu.”
7.Türk-İslam Ülküsü: Büyük Taarruz’un amacı Türklük ve Müslümanlık değerlerini korumak, yok edilmesine izin vermemekti. Çünkü işgalcilerin amacı Anadolu’da Türklük ve Müslümanlığı yok etmekti. Nitekim Atatürk Büyük Taarruz başlarken şöyle dua etmişti: ”Ya Rabbi! Türklüğün ve Müslümanlığın düşman ayakları altında esaret zincirinde kalmasına müsaade etme.”
Yeni Türk Devleti kurulduktan sonra Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu, üniversiteler, okullar gibi birçok kurumla Türklük; Diyanet İşleri Başkanlığı, İlahiyat Fakülteleri ile Müslümanlık düşmanın ayakları altında yok olmaktan kurtarılmıştır. Bundan sonra da Türk Devletini yönetenlerin üzerine titremesi gereken değerlerin başında Türklüğü ve Müslümanlığı korumak gelmelidir.
Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi, ayakta duran insanlar ve açık hava