BÜYÜK DAVALAR VE KÜÇÜK MESELELERİ DERT EDİNMEK

ÜCRET İSTEYENLERE TABİ OLMAYIN

BÜYÜK DAVALAR VE KÜÇÜK MESELELERİ DERT EDİNMEK

Tarihte iz bırakmış, kitlelerin gönlünde yer etmiş, uzun yıllar saygı ve sevgi ile anılan büyük insanların hep bir davaları, bir dertleri oldu.

Kur’an-ı Kerim’de adı geçen bütün peygamberlerin, ülkelerinin bağımsızlık mücadelesine önderlik etmiş liderlerin dertleri vardı.

Sadece bunların değil, çevresinde suç işlemeye yönelmiş kişilerin ıslahını, mahallesinde fakir ve aç insanları doyurmayı veya yoksul ailelerin çocuklarının eğitimini kendisine dert edinmiş yüksek ahlaklı kişilerin de vicdanlarda bıraktığı izler derindir.

Kendisini Türkiye’nin yeşil alanlarının çoğalıp gelişmesine adayan “Toprak Dede” Hayrettin Karaca’nın da, cüzzamla savaşa adayan Prof. Dr. Türkan Saylan’ın da, Türk Dünyasına gönül köprüleri kurmaya çalışan Prof. Dr. Turan Yazgan’ın da bir derdi vardı.

Önceki yazımda anlattığım İlahiyatçı Osman Egin “Kur’an’dan sapmalarımızı din görevlilerinin ve dindarların bir derdi olmamasına” bağlıyor.

Kendisi de Diyanet mensubu bir din görevlisi olan Osman Hoca özeleştiri yapıyor: “Karşıdan bize yani dini anlatanlara bakanlar bizim dertli olmadığımızı, zevk u safa içinde olduğumuzu görüyorlar. Sohbet bittikten sonra nerelere gittiğimizi görüyorlar. O zaman kitle ile bağlantımız kopmuş oluyor.”

Osman Egin TV programında o kadar güzel şeyler söyledi ki, O’nun sözlerini temel alarak aşağıdaki meseleleri de yazmadan edemedim.

********************************

ÜCRET İSTEYENLERE TABİ OLMAYIN

Osman Egin, TV’de “Gençler dinden soğuyor, Deizme kayıyor diye din görevlilerinin bir kaygıları var mı?” sorusuna olumlu cevap veremedi.

“Problem var ama bunu tam da dert edindiğimizi söyleyemem. Bunun dert edilmesi, uykularımızı kaçırması lazım ki etkili olalım.”

“Gençlik yoldan çıktı deniyor. Sümer kitabelerinde de aynı şeyi yazıyor. Gençliği yoldan çıkaran kim? Cevabı belli, ben. Çünkü bu işin derdini dert etmiyorum” dedi.

Böyle meseleleri dert edinenlerin, dava sahibi olanların maddi menfaat beklentisi olmaz. Zaten Yasin Suresinde “sizden bir ücret istemeyenlere tabi olun” deniyor.

İslam’daki ‘tabi olmak’ körü körüne tabi olmak değildir. Bilinçle ve bilgi ile sorgulamakla tabi olmaktır.”

Ama bugün dini tebliğ ettiğini ifade edenler ister Diyanet camiasından, isterse tarikat ve cemaatlerden ve isterse İslamcı geçinen siyasiler olsun bizden sürekli para ve destek istiyorlar.

“Kuruma zekât verilmez, camiye zekât olmaz, Kur'an kursuna zekât olmaz, medreseye zekât olmaz. Kime olur? İnsana…”

Buna rağmen hep yardım topluyorlar. Ama camilerde, dernek ve vakıflarda veya belli fonlarda toplanan paraların akıbetinin, hatta devlet adına depremzedeler için toplanan fonların akıbetinin sorulmasını dahi istemiyorlar.

Aklını, iradesini, vicdanını kendilerine devretmiş, karşılarında “gassal karşısındaki meyyit gibi” yani ölü yıkayıcı karşısındaki ceset gibi davranan müritler/ şakirtler/ taraftarlar olmamızı istiyorlar.

İbnü'l Cezvi “Şeytanın Ayartmaları” kitabında, Şeytanın ayarttıkları arasında tam da böylelerini sayıyor: “Vakıflar, dernekler kurarlar, ‘insanlardan hayır yapacağız’ diye alırlar ama kendi menfaatleri için kullanırlar.”

Ayette de “Allah'ın yolunda infak edeceğiz deyip de infak etmeyenler, aldıklarını yerine ulaştırmayanlar azapla müjdelenmiştir.”

“Şeytanın ayarttıkları” arasına giren ve “azapla müjdelenenleri” desteklemeyenlerin ise sözde Müslümanlar tarafından “sapık” ilan edilmesi de garip bir tecelli olsa gerektir.

********************************

İSLAM’I ANLATMA YÖNTEMİ

Mehmet Akif “asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı” demişti. Yani çağdaş anlayışa uygun bir tebliğ yöntemi geliştirmeliyiz diyordu.

Acaba modern araç ve gereçleri kullanarak, sosyal medya, cep telefonu ve bilgisayarlar üzerinden anlatmak etkili bir tebliğ sonucu verebilir mi?

Hadis-i şerifte “olayları sonuçları ile değerlendirin” buyuruluyor. Diyanetin ve dini tebliğ ettiği iddiasında bulunan bütün kurumların, İmam Hatiplerin, Kur’an Kurslarının, camilerin, derneklerin, vakıfların ve cemaatlerin maddi imkanları ve devlet destekleri diğer bütün kurumlardan daha fazla. Her türlü çalışmalarına rağmen “İslam’dan soğuma” olayı bir gerçek.

Çünkü gerçek dindar insanların birinci vasfı özü sözü bir olması ve güzel ahlak örneği olmalarıdır. Bu faaliyetleri yapan “dindarların” örnek olma özelliği yok.

Bakın, onbin dolar değerinde (25 asgari ücrete eşdeğer fiyatlı) çanta ve ayakkabılar kullanmasıyla eleştirilen bir hanımefendi var. Bu hanımefendi, kadın il müftü yardımcıları ve baş vaizlerle yaptığı yemekli toplantıda onlara, “ağızlarınızdan dökülecek her bir kelimeye ve göstereceğiniz örnekliğe bütün toplumun ihtiyacı var. İslam der ki israftan kaçının, ölçülü yaşayın” dedi.

Diyanet İşleri Başkanı kendisi milyonluk makam araçları kullanıyor. Eşine vakıftan araç tahsis ediyor. Ama vatandaşa “ucuza almak için akşam pazarına çıkın” tavsiyesinde bulundu.

Örnek olmayanların din üzerinden tavsiyeleri ters etki yapıyor, din kisveli sözler öfke biriktiriyor.

“Adalet, hak ve hukukun üstünlüğü diyoruz. Hukuk asgari ahlaktır. Hukukun üstünlüğü yerine ahlakın üstünlüğünü koymamız lazım.” Ama hukuku bile mumla arıyoruz.

Sahabenin peygambere sorusu “hangi davranışı yaparsam daha güzel olur?” şeklinde idi.

Bize hangi sözü kaç sefer tekrarlarsak, maddi taleplerimize kavuşacağımız öğretiliyor. “Onlar yapmanın peşinde idi, biz söylemenin peşindeyiz.”

Demek ki, “Müslüman oldum demekle Müslüman olmak farklı şeylerdir.”

********************************

OSMAN EGİN’DEN SON SÖZ NİYETİNE

·         Biz dindarlığı dini dar bir hale getirdik. Bu dini darlığı aşmamız lazım. Çünkü kimse sığmıyor, biz de sığmıyoruz.

·         Hz. Peygamberin bütün insanlığa son hutbesi olan “Veda Hutbesi” sadece bir sayfadır. Üstelik bu hutbe üç yerde (Arafat’ta, Müzdelife'de, Mina'da) okunan hutbelerin tamamıdır.

·         Mübarek bir insanın her anı mübarektir. Mübarek bir insanın oturduğu her mekân mübarektir. Biz mübarek olmadığımız için mübarek ay / gün ve mübarek mekanlar arıyoruz.

 

20.02.2020

Ruhittin Sönmez