Bazı insanlar güçlü olmanın asla acı hissetmemek olduğunu düşünür.

Yaşamanın kendisi değil mi mutluluk?

Bazı insanlar güçlü olmanın asla acı hissetmemek olduğunu düşünür.
Bazı insanlar güçlü olmanın asla acı hissetmemek olduğunu düşünür. Ancak en güçlü insanlar, acıyı hisseden, anlayan, kabul eden ve ondan ders çıkaranlardır.*

Frankfurt Havaalanı'ndan Kassel'e götürecek servisin içindeyiz. Hep tıka basa dolu olan servisimiz bu sefer çok tenha.
Serviste ilk kuşaktan yaşlı bir karı koca, bir yaşlı teyze ve bir de biz varız.

Yolda çalışma var, uzun araç kuyruğu, bir köy yoluna girdik, beklemeden gidelim çevikliği ile, ama yolu kaybettik.

Ne iyi oldu bu kaybolma, onlarca köyden geçtik. Almanya'nın kırsalında plansız bir gezinme...Bir renk şöleni içinde köy yollarından geçiyoruz.
İlk kuşak amca durmadan anlatıyor. Gelme öyküsü, işler, çocuklar konuştukça açılıyor.
Sonra bize " Gençler nereden geliyorsunuz?" diye soruyor. Birisinin sizi hala genç olarak görmesi!!! Ne iyi olmuş kaybolmak.

Biz "Ankara" der demez yıllardır bizi Frankfurt Kassel arası getirip götüren şoförümüz  bir Neşet Ertaş türküsü açıyor, yanık yanık. "Ben de Kırşehirliyim...Burada doğdum, büyüdüm ama Kırşehirliyim" diyor. Memleket sevdası...

Çayırlar, çimenler, yemyeşil ovalar, insanın köy olduğuna inanamayacağı güzellikte evler, kafeler, çiçekli pencereler, sakin sakin otlayan besili koyunlar.
Neşet Ertaş söylüyor;

"Alamadım eyvah muradım kaldı
Ben gidip ellere kalan dünyada
Ah yalan dünyada yalan dünyada
Yalandan yüzüme gülen dünya"

Masal gibi bir yolculuk.
Yalnız yaşlı teyze sürekli söyleniyor...Her 15 dakikada bir kızı ya da torunu arıyor. Kızgın kızgın konuşup kapattığı her telefondan sonra biraz daha sesini yükselterek söylenmeye devam ediyor.
"yol uzadı, hala bizi götüremedin"
Oysa öyle şahane yerlerden geçiyoruz ki bakmıyor, görmüyor, hiç farkında değil.

Spangenberg...
Tabelayı görür görmez dönüyoruz.
İlk onun yaşadığı yere geldik. Koruma altına alınmış taş bir binanın önünde servisimiz durdu. "Geldik benim eve" dedi ve bize dönüp
"amcanız buradaki testere fabrikasında çalıştı, çalıştı tam emekli oldu, öldü. Hiç yaşayamadı, 59 yaşında erkenden gitti." diye anlatıverdi giderayak öyküsünü.
Bastonuna yaslanıp inmek için ayağa kalktığında yeniden döndü;
" Hayat boş, boş"
diye iç çekerek söylendi ve indi.

Gelmek için sabırsızlandığı evine bakıp söylediği sözler..."hayat boş, boş"...
Oysa bir an önce varmak istediği kapıdayız. Kapının ardındaki tek başına hayat. Yıllarca bir gün birlikte geçirilecek hayata duyulan hayalin öylece yok olup gitmesi...
O inerken hepimizin gözleri doldu. Öndeki amca sustu, şöförümüz kimbilir kaç kez duyduğu yarım kalmış hikayelere derin bir iç çekti.
.
.
.
Taş evin güzelliği, büyülendiğim doğa, gördüklerim, hepsi ama hepsi daha anlamlı hale geldi.

Yaşamanın kendisi değil mi mutluluk?
.
.
.
*Anonim

Dr. Nejla Kılınç, PhD

'Ufuk Planlama' Kurucusu, Şehir Plancısı (A Grubu), Öğretim Görevlisi, Yazar
Resim önizleme