Babamın vefatından sonra Münci abiye daha sık uğrar olmuştum

60 senedir İzmir’de yaşar. Agora’da oturur. Kapıyı çaldım.

Babamın vefatından sonra Münci abiye daha sık uğrar olmuştum
Babamın vefatından sonra Münci abiye daha sık uğrar olmuştum. Mardin Arap’ıdır. Ama belki 60 senedir İzmir’de yaşar. Agora’da oturur. Kapıyı çaldım. 72 yaşındaki aynı muzip adam açtı; suratında aynı tebessümle. Sarıldık. Bekle hemen geliyorum dedi. Kapı aralıktı. Dışarıdan harabe gibi duran bu eve ne zaman gelsem kapının hemen bitişigindeki iki antik sütun başına takılıyordu gözlerim. Münci abinin devasa yeşil çiçekleriyle nerdeyse görünmez olan.. yine aklım İbrahim Hakkı’nın dizelerine gitmişti: “Harabat ehlini hor görme şakir/defineye malik viraneler var.” Bu ev benim için böyleydi..

İçerden seslendi: “Ya da durma kapıda gel içeri ikindiyi kılayım öyle çıkalım” dedi. Yatsıyı kılayım dese de farketmezdi.. girdim. O namaz kılarken yıllardır biriktirdiği mihenk taşlarını, biley taşlarını inceledim. Masada ayetlerin altı kurşun kalemle çizilmiş; babasından kalma Kur’an duruyordu. Selam verince ayağa kakmasına bile sabredemeden: abi sanki 100 kilo altının bin tane de bıçağın var. Bu taşlardan bir vazgeçemedin gitti dedim. “Ulan senin baban sanki hayâli* miydi de gölge oyuncuları derneğine takılıp duruyordu?” Doğru diyorsun abi dedim. Babam Hacivat – Karagöz severdi. Koluma hafifçe girdi Münci abi. “Bahri’yi çok özlüyorum” dedi. Sümbülzâde Vehbi’yi, Asaf Halet’i ondan öğrenmiştim.. Hadi çıkalım dedi. Tam kapıya doğru ilerlerken sol duvarda iki çiviye asılmış birkaç sıra sahlepi gördüm. Şimşek hızıyla sîmamı okuyup yanıtladı: “Dondurmacı Orhan da öldü. Bunları bana bırakmış. Hanımı getirdi.” Yürüdük..

Havra’dan girdik. Peynir, balık, sakatat ve taze çekilmiş kahve kokuları, yeşillikler ve elmalar ve şeftaliler ve midye ve kediler ve köpekler ve yürüdükçe eskileşen duvarlar arasında tecrübemin artması için her şeye dokunarak durmak istiyordum. Kaçanı yakalarcasına..dalmıştım..Kaya abinin sesini tanıdım. Balıkçı. Münci abi: “bu palamutlar çingene, zindandelen yok mu Kaya?” dedi. “Münci’cim sana orkinos vereyim. Yengeyle bir akşam yersiniz 200 kilo” dedi. Kahkaha attılar. Yürüdük..Sakatat dükkanlarının birisinin hemen karşısında kahvesi güzel olan bir minik ocak vardı. Taburelere oturduk. Her konuşmada marş motoru olan ben Münci abinin yanında seyreden konumuna düşüyordum. Bilerek ve isteyerek..Bak şimdi dedi: “Burada bin tane kelle söğüşçü var. Ama hiç biri kelime bilmez” dedi. Nasıl yani abi dedim. “Geçen televizyonda söğüşçü Muammer diye birine denk geldim. Söğüş sakatat değil diyor adam” Haklı mı peki abi dedim. Haklı dedi. Sadece derdini anlatacak kelimesi yok..Kesilen hayvan askıya alınıp karnı yarılınca işkembesi, midesi, barsakları..vs dökülür dedi.. Sakatat arapça dökülenler demek..ama kelle dökülenlerden değildir. Adam haklı yani..Gözlerine baktım. Keşke hiç dökülmese abi dedim içimden. Bu an böylece kalsa..İç çekti..

Eve döndük. Fatma abla da gelmişti. Hadi gir içeri ablan arap çayı demlesin. Oysa hepsi Seylan ve Srilanka dedi. Hem sana Hazreti Adem’in Sri Lanka’daki makâmından bahsederim. Eşikten geçtim. Ve Münci kurtarıcı demekti.

can küçükşahin

mühendis
Resim önizleme