Analiz: Türkiye döviz kaynaklarını neden kurutuyor?

Analiz: Türkiye döviz kaynaklarını neden kurutuyor?

Uluslararası finans platformları, TL işlemlerini neden askıya aldı? Bunun Türkiye ekonomisine faturası ne olacak? Ankara, üç yabancı bankaya koyduğu neden kaldırdı? Erdal Sağlam, DW Türkçe için yazdı.

Türkiye'nin ekonomi yönetimi, kurlardaki artışı önlemek için dövize olan talebi, piyasaya aykırı yöntemlerle frenlemeye çalışıyor. Türkiye’den döviz çıkışını sağlayan mekanizmaları tıkarken; bu mekanizmaların çift taraflı işlediğini, yani ihtiyaç duyduğu dövizi eskisi kadar rahat temin edemeyeceği gerçeğini göz ardı ediyor.

Sermaye hareketlerinin gerçekleştiği iki büyük iletişim platformu Clearstream Banking ve Euroclear Bank, 18 Mayıs itibariyle TL cinsinden işlemleri askıya aldıklarını açıkladılar. Askıya alma işlemi, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu'nun (BDDK), TL yükümlülüklerini zamanında yerine getirmedikleri gerekçesiyle, üç büyük uluslararası bankaya işlem yasağı koymasından sonra geldi. Bankacılar, takas işlevi gören platformların TL işlemlerini askıya alma kararını, uluslararası bankaların tepkisi üzerine aldığı görüşündeler.

Erdal Sağlam

Erdal Sağlam

Türkiye bu sisteme AKP ile girdi

Bankacılar işlemlerin resmi takas odaları yanında bu platformlar kanalıyla da yapıldığını, daha kolay sermaye girişi için Türkiye'nin bu sisteme 2013-14'te, yani AKP iktidarında girdiğini hatırlatıyor. Bazı fonlar ve International Finance Corporation (IFC) gibi, TL bazında tahvil çıkarıp Türkiye'deki bankalara dış kaynak sağlayan uluslararası kurumlar bu platformları kullanıyorlar. Bu tür işlemlerde birkaç gün için yükümlülüklerin kapanamamasının işin doğasında olduğunu kaydeden bankacılar, “Normal işleyişte, işlemlerde iki taraf tamamlanana kadar bir süre beklenir, zamanında kapanamama sorunu işleyiş içinde çözülür, sorun edilmez” görüşünde.

Dolayısıyla BDDK’nın TL yükümlülüklerini bir akşam kapatamadığı için üç büyük bankaya koyduğu yasağın, sistemin işleyişine aykırı bir karar olduğu görüşü hâkim. BDDK’nın kurlardaki yükselişin önlemediği günlerde üç büyük bankaya TL yasağını telaşla getirdiğini kaydeden bankacılar, “Manipülasyon yapıyorlar” gibi çok sert itham ettikleri bankalara, 3 gün sonra yasağı kaldırmalarının da telaşın göstergesi olduğunu belirttiler.

Ekonomi yönetiminin, BDDK'ya tepki olarak TL işlemlerini askıya alan bu kuruluşlara tepki vermediği gözleniyor. Öyle anlaşılıyor ki; eksi rezerve düştüğü bu günlerde, dövize talep yaratacak tüm yolların kapanması ekonomi yönetiminin işine geliyor. Bence ekonomi yönetimi ihtiyaç duyduğunda bu kanalların eskisi gibi açılacağının hesabını yapıyor.

Dış kaynak olmadan büyümek imkânsız

İki uluslararası kuruluşun TL işlemlerini askıya alması, gündelik işleyiş içerisinde çok önemli etki yaratmayacak bir karar olabilir. Ancak sembolik değerinin, ekonomi yönetiminin sandığından, çok daha büyük olduğunu söylememiz gerekiyor.

Her şeyden önce Türkiye’nin durumunu bir kez daha hatırlatmak gerekiyor. Türkiye iç tasarrufları kıt, buna karşılık büyüme ve yatırım hırsı yüksek bir ülke. Büyümek için dış kaynağa ihtiyaç duyacağı kesin.

Zaten kırılgan ekonominin dengeleri koronavirüs salgının etkileriyle iyice hassaslaştı; bu arada faiz ve kur baskısı nedeniyle, ekonomi yönetimi döviz rezervlerini hovardaca harcadığı için dış kaynak sorunu aciliyet kazandı. Döviz kaynağı sağlayamadığı için kurlardaki hareketi önleyemeyen ekonomi yönetimi, swap kısıtlamaları da yetmeyince, yabancıların çıkışını önlemek adına yasakları artırdı ve bu noktaya gelindi.

Unutulmaması gereken başka bir husus da Türkiye’nin küresel sisteme entegre olabilmek için, 1980’lerden buyana kaydettiği önemli aşamanın, yanlış kararlarla heba edilmesi tehlikesi. Türkiye'ye 30 yılı aşkın süredir ciddi kaynak akışı sağlayan, bu yolla ekonomiyi büyüten kambiyo rejimi, konvertibilite ve sermaye hareketlerinin serbestliği yapılan yanlışlarla erozyona uğruyor. Türkiye son dönemde alınan bu kararlarla “ekonomide içine kapanan bir ülke” algısı yaratmaya başladı.

Çiller hükümetinin yaptığı hata unutulmamalı

Türkiye’nin serbestleştirdiği sermaye hareketleri, şimdiye kadar hep kendi lehine işledi. Serbestlik aynı zamanda ekonomide gerekli olanların mecburen yapıldığı bir uygulamayı beraberinde getiriyor. Türkiye faiz ve kurların sabit tutulduğu 1980 öncesinde de sık sık tıkanma yaşadı, her sıkıştığında çift haneli devalüasyonlara mecbur kaldı. Ayrıca o dönem, hala dışarıda kalındığında idare edilebilecek bir küresel sistem vardı. Artık ülkelerin, özellikle tasarrufu düşük bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin büyümek için bu sisteme girmeleri şart. Burada eleştirilmesi gereken asıl unsur; yıllardır yüklü dış kaynak kullanılıp yüksek katma değer yaratacak bir ekonomik yapının hala kurulamamış, inşaat gibi popülist yatırımlara harcanmış olması.

Böyle bir konjonktürde ekonomi yönetiminin içine kapanan bir ülke algısı yaratacak kararlar almasının bilinçli bir tercih olup olmadığı ise şimdilik bilinmiyor. Mevcut üretim yapısıyla ve tasarruf hacmiyle, dış kaynak olmadan Türkiye’nin önemli büyüme oranlarına ulaşması mümkün değil. O nedenle siyasi tercihin, ekonomide içine kapanan bir ülkeye dönüşmek olduğunu sanmıyorum. Demokrasiden uzaklaşma, temel haklar, ifade ve basın özgürlüğünün kısıtlanması, yargı bağımsızlığını kaybolması gibi siyasi tercihlere bakıldığında, ekonomik olarak da böyle bir tercihin geleceğini söyleyenler olacaktır. Ancak Türkiye’nin bu tercihi yapması, popülist liderler ve seçimler öncesi artacak büyüme hırsları nedeniyle çok zor görünüyor.

Özetle; ekonomi yönetimi büyük ihtimalle şimdi tıkadığı mekanizmaları istediğinde yeniden devreye sokacağını tahmin ediyor. Ancak bu alanda da; "Güven vermek zordur; zaman ve emek ister ama güveni kaybetmek kolaydır” sözü geçerli. Geçmişte Çiller hükümetinin yarattığı güven kaybının ardından, yeniden güven sağlamanın yıllar aldığını; halkın büyük faturalar ödemek zorunda kaldığını kimse unutmamalı.

Erdal Sağlam

© Deutsche Welle Türkçe